Üzerinde cümleler sarf edilirken çıkmazlara sürüklenilen; kimi vakit elle tutulur, gözle görülür bir olgu iken kimi vakit de peşinden koşularak yakalanamayan “zaman”… Maddi yer olan ahvalin zuhur ettiği; olayın gerçekleştiği, aslında zamanın da dönüştürdüğü “mekân”… Bu iki kavram da sanatın en önemli parçaları sayılabilir.
Jean Luc Godard’ın deyişiyle sinema, zamanı ve mekânı yeniden yaratma sanatıdır. Birçok bileşenden meydana gelen sinemada, teknik cihazların yanı sıra, filmin zaman kurgusu (daha senaryo aşamasında başlayan) ve mekân tasarımı filmi oluşturan ana unsurlardandır. Bir film, önce filmcinin (senarist, yönetmen, yapımcı) kafasında oluşan fikirlerden meydana gelir. Düşündüğü hikâyeye uygun zaman ve mekân seçmek yapacağı ilk işlerden biridir. Bunların üstüne yapılan inşa süreciyle, anlatımını oluşturacak diğer ögeleri de bir araya getirerek filmi tamamlar.
Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay bir söyleşisinde: “Sinemada zaman ve mekândan kurtuluşunuz yoktur. Roman yazarı için zamanı anlatmak kolaydır ancak aynı hikâyeyi sinemaya aktardığınızda geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek için flashback ya da flashforward adını verdiğimiz teknikleri kullanmak zorunda kalırsınız” der (Şeren, 2016). Sinemayı genel yapısı itibari ile romandan ayıran şey de aslında budur. Bir gösterme ve imaj sanatı olan sinemada zamanı ve mekânı yazılı eserde olduğu gibi cümlelerle ifade edemezsiniz. Onları göstermek durumundasınızdır. Mekânı göstermek için, dekor/sahne kurduktan sonra karakterleri özenli bir şekilde konuşlandırmalısınız. Zamanı göstermek için de kostümlerden, şehirden, saatten, konuşmalardan, mekândan, makyajdan ve daha birçok şeyden yararlanabilirsiniz/ yararlanmalısınız.