Hukuk meselesinin, devletin meşruiyetini tesis etmesi bakımından devlete tekaddüm eden bir ciheti olduğu gibi, bir yandan da muasır anlamda hukukun neşet etmesi için bir devlet gerekliliği de aşikârdır.
Hangisinin hangisine sebep, hangisinin hangisine sonuç olduğu tartışmalı olmakla birlikte, her yeni devletin bir hukuk manzumesi teklifi sunması bir zarurettir. Bu zaruret, rejim değişikliği söz konusu olduğunda bir mecburiyet hâlini alır. Zira, rejim değişikliklerinden sonra hem dahilî hem haricî muhataplar bakımından yeni bir hüviyet ihtiyacı hasıl olur. Yani bir yandan her devletin taşıması
beklenen hususiyetin tebliği, bir yandan da hem diğer devletlerle hem seleflerle tefriki tesis edecek hususların kayda alınması için bir hukuk manzumesi ortaya konması bu hüviyeti tariften ibarettir. Bu
noktada Türk Devleti’ni idare eden kadroların 1923’te tercih ettiği rejim değişikliği de uzun tartışmalara konu olmuştur. Cumhuriyet rejiminin tercihinin yüzüncü yılında bu tartışmaların bir neticeye varıp varmadığı, ancak tarihî bir derinlik içerisinde anlaşılabilecektir. Bir hususun daha vurgulanması gerekmektedir. Hukuk, dil düzeyinde (bir dil değil, dil) yapılan bir faaliyetin neticesidir. Bu bakımdan dil ve hukuk ilişkisi hem kaçınılmaz biçimde karşımızda durmaktadır hem de ele alınan Cumhuriyet dönemi itibariyle maksadı hasıl etmek bakımından oldukça elverişlidir. Bunun için işin ehline müracaat ettik ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı hocası ve başkanı Prof. Dr. Fethi Gedikli ile bir sohbet gerçekleştirdik.
Hocam şimdi derginin bu sayısı aslında Cumhuriyetin yüzüncü yılına tahsis edilmiş halde. Sizin ikazınızdan sonra metne baktım da evet biraz derinleşmişiz ama daha ziyade üzerinde durmak istediğimiz şey özellikle Cumhuriyet döneminde, Cumhuriyete geçişteki hukuk dilinin özellikleri ve Cumhuriyet döneminde meydana gelen değişimler ve “zihniyet”le kastetmeye çalıştığımız da aslında “ideoloji” hocam. Yani “Bu bir ideolojinin yansıması olarak değerlendirilebilir mi?” sorusuna cevap arıyoruz aslında. Dil ve hukuk ilişkisinden başlarsak oradan açılır diye düşünerek ilk soruyu böyle açalım izninizle.
Şimdi şöyle, tabii bu konular derin konular; işin bir uygulama tarafı var, bir de düşünce tarafı var. Ama biz belki o kadar derinliğine gitmeyerek uygulamada olanları anlamaya ve yorumlamaya çalışalım. Dil meselesi sadece Cumhuriyetle başlatılamayabilir yani bu anlamda da bu iş, Tanzimat’a kadar geri götürülebilir. Çünkü sizin sorunuzun içinde de var. Cumhuriyet, bir hukuk devrimi yapıyor. Tanzimat’tan itibaren yapılanlara da belki devrim denebilir ama biz devrimi Cumhuriyet’e sakladığımız için Tanzimat Dönemi’nde yapılan hukuki değişikliklere devrim demiyoruz. Tahmin ediyorum Tanzimat Dönemi’nde yaşayan bir Osmanlı vatandaşının gözünde herhalde o dönemde yapılanlar da bir devrimdi. Çünkü ilk defa, yumuşatarak söyleyelim, rakip olarak gördüğünüz Batı Toplumu’ndan daha geride olduğunuzu düşünerek bir şeyler almaya kalkıyorsunuz. Bir şeyler derken burada hukuku kastediyorum. Mesela, mahkeme teşkilatı alıyorsunuz. Mahkeme teşkilatıyla birlikte kanunları alıyorsunuz. İşte daha önceden çok merak etmediğiniz Roma Hukukunu merak ediyorsunuz. Dolayısıyla o dönem için bunlarda devrim olabilir ama biz, dediğim gibi, Cumhuriyette yapılan çok daha kapsamlı ve köklü ya da radikal bir değişiklik olduğu için, biz Tanzimat’ta yapılanlara reform veya ıslah demeyi tercih ediyoruz, Cumhuriyet döneminde yapılana devrim diyoruz.