Cumhuriyet’in ilanı, Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biridir. Ancak, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken sinemanın Türkiye topraklarında yaklaşık otuz yıllık bir serüveni mevcuttur. O sayede Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1923’te bir roman kahramanına, “Hiç şüphe yok ki sinemanın bizi mebhut ve müstefit edecek bir istikbali olacaktır” cümlesini sarf ettirebilmiştir (“Dirilen İskelet”, İkdam, 5 Haziran 1923, s. 2). Osmanlıdan kalan miras farklı yönleriyle ve belli ölçülerde değişime uğrayarak yeni döneme intikal eder. O nedenle erken Cumhuriyet sinemasını anlama çabası Osmanlıdan başlatılmak zorundadır. Diğer bir deyişle, geçmiş otuz yılda oluşmuş parametreler açıklığa kavuşturulmadan yeni dönemin sinema hayatına nüfuz edebilmek pek mümkün görünmez. Söz konusu sürece “süreklilik-kopuş” düzleminden bakıldığında, Osmanlıdan Cumhuriyet’e geçilirken sinema bağlamında bir tür “denge” durumundan ve hatta sürekliliğin ağır bastığından söz edilebilir. İlk anda bunun başlıca sebebi yeni Cumhuriyet rejiminin alana fazla müdahil olmayışı gibi görünse bile, daha derinde yatan yapısal temelleri bulunur. Dolayısıyla Osmanlıda, bilhassa II. Meşrutiyet (1908-1918) ve İstiklal Savaşı (1919-1922) yıllarında oluşan parametrelerin erken Cumhuriyet sineması için belirleyici olduğu kaydedilmelidir. Ancak bu durum, yeni devrin hiç değişim içermediği anlamına da gelmez. Esas olarak Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla (1920’lerle) sınırlı bu makale, geç Osmanlıdan erken Cumhuriyet’e sinematik yansımalara (sürece) dair bir deneme mahiyetinde olup, sunacağı bazı fragmanlarla yeni dönemin kimi yönelimlerine/eğilimlerine işaret etmek niyetindedir.