“Tarihin büyük eserine her an kendini yenileyen, ancak tüm tarih boyunca kendi kaçınılmaz boşluğunda değişmeden koşan bir eser yokluğu eşlik eder kaçınılmaz olarak… Tarihin doluluğu hem boş hem de dili olmayan ve kulak verenlere tarihin altından sesi olmayan bir gürültüyü, tek başına konuşan bir dilin inatçı mırıltısını işittiren tüm o dilsiz sözcüklerle dolu mekânda mümkündür ancak. Anlamın kireçleşmiş kökü.” (Foucault, 25)
İslam devlet felsefesinin doğuşunu incelerken araştırmalarda bu eser yokluğu kendini açıkça belli etmektedir çoğu zaman. Anlamın kireçleşmiş kökünü aslında kendisi, “deliliği bölüp ayıran edimi kurucu olarak” tanımlarken iktidar sorunsalı merkezinde sınırların tarihini yapmanın önemini vurgular: “Unutulan, bir kültürün kendisi için Dışarısı olacak bir şeyi reddetmek için kullandığı bu karanlık edimlerin tarihi ve tüm tarihi boyunca kültürü, değerleri kadar kendini soyutlamak için açtığı bu boşluk, bu boş mekân da belirler. (Foucault, 23) Foucault’nun “Deliliğin Tarihi’ne Önsöz”ünden mülhem, Edward Said ile doruğa çıkan Oryantalizm, düşüncenin sınırlarını epistemoloji ve ontoloji ışığında sunarken, bu boş mekâna doğru da bir yönelimi belirler. İslam dünyasını.....
...........
Ertuğrul Umudum