Siyaset kamusal alanın en belirgin yüzlerinden biridir. Kadınlar, kamusal alanın her noktasında olduğu gibi siyasi hayatta da uzun bir zamandır boş bıraktıkları yeri bugün doldurma mücadelesindedir. Bazı kesimlerce kendilerinden beklenmeyecek şekilde Müslüman kadınlar da bu mücadelenin ön saflarındadır. Gerçekten Türkiye’de yakın geçmişte dirilen ve günümüzde yükselen Müslümanca düşünüş, mensubu olan kadınlara genel olarak kamusal alanda özel olarak siyasette yeni bir kimlik vermiştir. Bu kimlik sadece siyasal İslam’la, muhafazakâr partilerle veya cemaatlerle kısıtlanamaz. Müslüman kadınlar bugün kendileri için oluşturulmuş kalıpların, çizilmiş imajların dışına çıkmak durumundadır. Siyasette seslerini duyururken İslami kuralları da göz önünde bulundurmak zorunda olan bu kadınlar iki güçlü muhalefetle karşı karşıyadır. Birincisi Batılı bir bakış açısı olup İslam’ın kadını aşağıladığını, dini prangalardan kurtulmadıkça Müslüman kadının sadece siyasette değil, genel olarak kamusal alanda birey haline gelemeyeceğini savunur. Bu yüzden kurtuluşu inancın bir tarafa bırakılmasında veya sekülerleşmede görür. İkincisi ise ataerkil Müslümanların muhalefetidir ki bunlara göre sahih İslam’da kadının siyasette yeri yoktur. Kamusal alanda görünür hale gelme çabası hastalıklıdır, nefsi bir zafiyettir. Hal böyleyken iki tarafa da kendini kanıtlamaya çalışan Müslüman kadınların işi zordur. Bu yazıda inancından feragat etmeden yaşadıkları toplumun geleceği üzerinde söz sahibi olmak isteyen bu kadınların mücadelesi üzerine görüşlere yer verilecektir. Bu bağlamda amaç kesin bir sonuca ulaşmaktan çok, böyle bir sorunun var olduğunu göstermek, bu konudaki görüşleri objektif bir şekilde okuyucunun empatisine sunmaktır.
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Devlet sayısında...