Giriş
Mevcudiyeti olgusallığını aşan bütüncül gerçekliğin potansiyel yaşam enerjisi, bireysellikler aracılığıyla ifadeye dönüşmektedir. Yaşam enerjisi devinimine rahim teşkil eden bahse konu bireysellikler; insan icadı kullanılası ihtiyaç varlığı nesneler ve doğa yapımı yaşanılası aşk varlığı özneler olmak üzere iki alt grupta toplanmaktadır. Kendi dışında bir amaç için var edildiği belirtilen nesneler, bünyesinde yaşam enerjisinin varlık amacına uyarlı dıştan belirlenmiş koordinatlarla manipülatif devindiği yani kullanım talimatı kendi dışında olan esir düzenekler; naturasını deneyimlemek dışında varoluş amacı bulunmayan özneler ise aynı devinimin içkin koordinatlarla gerçekleştiği yani deneyim talimatı varlığında mündemiç ve kendinde nihayet olan özgür düzeneklerdir. Bu bağlamda literatürde ahlak-etik-kural tabir edilen yaşam enerjisi devinimine müzahir koordinatlar, mekanik düzenek ve gerçekleşimlerin başlangıç, öznel düzenek ve gerçekleşimlerin ise sonul değeri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka deyişle epifenomen niteliğine haiz nesnelerin mekanik varoluşunda kural, yol olurken; yaşayan fenomenlerin öznel varoluşunda yol, kural haline gelmiş olmaktadır. İlintili olarak denebilir ki yaşam enerjisi devinimine referans olan koordinatlar itibariyle özneler, ahlaklı ve ahlaksız varlıklar olmayıp, ahlak kumaşından örülmüş yani naturası ahlakı olan ve yaşayan ahlak olma niteliğiyle temayüz eden bireysel gerçekliklerdir.
Geleneksel Yaklaşımın Ahlak Eğitimi Dilemmasına Dair Kuramsal Bir Çözümleme başlıklı bu makalede, yukarıda ontolojik farkına işaret edilen öznelerin ahlaki zekâ aktivasyon süreçleri ve ahlak eğitimine geleneksel yaklaşımlar, kuramsal ve tarihsel veriler ışığında irdelenmeye çalışılmıştır.
1. Doğal ve Doğaüstü Öznelerde Ahlaki Zekâ
Aktivasyon Süreçleri
Yaşayan fenomenlerin varlığında mündemiç ahlaki zekâ potansiyeli, doğal özneler ve yegâne doğaüstü özne olarak insanda farklı süreçler üzerinden aktifleşmektedir. Belirtilen aktivasyon sürecinin doğal öznelerdeki gerçekleşim karakteristiği, zihin ve bireysel inisiyatifin olmadığı bilinçsiz kendiliğindenlik; insandaki gerçekleşim karakteristiği ise zihin ve bireysel inisiyatifle rezonans halinde kaybedip bulma kutupsal sinerjisiyle işleyen bilinçli kendiliğindenliktir.
Öncelikle doğal öznelerin ahlaki zekâ aktivasyon süreci; doğal evrim kanuniyeti çerçevesinde dişil ahlaki zekâ tohumlarının bilinçsiz yön zekasıyla kendini açacak çevresel eril uçlarla buluşması, akabinde tabiat öğretmeni marifetiyle evrensel eğitici enerjiye mazhariyeti ve bilinçsiz öğrenmeler temelinde çiçeklenerek doğal ahlak koduna dönüşmesi biçiminde tecelli etmektedir. Biyolojik doğumla eş zamanlı olarak devreye giren bu ahlak kodu, ilgili doğal öznenin varoluş serencamı boyunca yaşam enerjisinin bilinçsiz iyilik - bilinçsiz yaratıcılık - bilinçsiz kutlama modunda devinimine refakat etmiş olmaktadır. Naturası gereği zihinsizlik, zihninde var olan doğal öznelerde belirtilen ahlaki iklimi ve enerji akışkanlığını bozacak herhangi bir kültürel dış etki mümkün olmamakta; vaki her dışsal müdahale kısa sürede doğal ahlak koduna yeniden uyarlanmayı netice vermiş olmaktadır. Herhangi bir doğal öznede kendi naturası ve ait olduğu bütünle entegrasyon eksiğinden mütevellit yıkıcı enerji devinimiyle baş gösteren anomali ve şizofreniye rastlanmaması, mezkûr ontolojik korumayla ilişkili olsa gerektir. Ne var ki dış etkiye bağışık bahse konu ahlaki ontoloji; bir yandan doğal ahlak koduna yabancılaşmayı önlerken, bir yandan da bu kabil bireyselliklerin doğal sınırlayıcıları aşarak özgürlüğün yan ürünü mahiyetindeki ahlaki bilinçliliğe uyanış imkanını ortadan kaldırmış olmaktadır. Böylece doğal öznelerde zihin ve bireysel inisiyatif olmaksızın bilinçsiz kendiliğindenlik süreciyle aktifleşen varoluşsal ahlaki zekanın ilk ve nihai olasılığı, kötülüğü olmayan iyilik temelinde doğal uygarlığa yahut bilinçsiz iyilik ajanlığına sabitlenmiş olmaktır.
Doğuştan getirilen ahlaki zekâ potansiyelinin insan benliğinde aktivasyonu, doğal öznelere nazaran daha karmaşık ama nitel fark yaratan bilinçli kendiliğindenlik süreciyle gerçekleşmektedir. Bu minvalde her insan, benlik mutasyonunun olağan naturası gereği varoluş serencamının üç farklı evresinde kültürel yaşam koordinatlarına nispetle ahlak altı-ahlaklı-ahlak ötesi tabir edilen üç farklı ahlak profiliyle karşılaşmış olmaktadır. Bunlar sırasıyla zihinsizlik, zihninde idrak edilen çocukluk evresi ve doğal ahlak profili/zihin oluşumunun gerçekleştiği egoist evre ve doğal-kültürel ahlak ikiliği profili/zihnin aşıldığı proaktif benlik evresi ve özgürlüğün yan ürünü olan varoluşsal ahlaki bilinçlilik yahut yaşayan ahlak profilidir.
Her insanın deneyimlemek durumunda olduğu ilk ahlaki evre; doğal öznelerle paralellik arz eden ve bilinçsiz kendiliğindenlik temelinde biyolojik doğumla eş zamanlı aktive olan doğal ahlak profilidir. Ahlak altı evre olarak nitelenen bu profilin ayırt edici özellikleri; yaşam enerjisinin benliğin naturası ve ait olduğu bütünle bilinçsiz birlik/uyum hâlinde sıfır şizofreni ve anomaliyle bilinçsiz iyilik-bilinçsiz yaratıcılık-bilinçsiz kutlama frekansında deviniyor olması, doğal benliğin zihinsizlik zihninde varoluşu hasebiyle kültürel etkilere bağışık ahlaki iklim ve aşılamayan doğal sınırlayıcıların çerçevelediği doğal uygarlık yahut bilinçsiz masumiyettir.
Yaşam enerjisi devinimine referans teşkil eden koordinatlar bakımından yine her insanın idrak etmek durumunda olduğu ikinci ahlaki evre, egoist ayna benliğe tekabül eden doğal-kültürel ahlak ikiliği profilidir. Zihin oluşumuyla başlayan bu sürecin ilk emaresi, insan varoluşunda toplumun doğal benliğe yaptığı psikolojik kundaklama operasyonunun ürünü olan kültürel savunma benliği ve bu ödünç benliğin varoluş misyonuyla tutarlılık arz eden ataların yaşamından süzülmüş kültürel yaşam koordinatlarının devreye giriyor olmasıdır. İnsanın masumiyetine güvensizlik ve şüphe temelinde korkunu determine ettiği bu koordinatların ortak özelliği, içtenlikten sarfınazar yaşam enerjisi deviniminin kültürel icaplara göre iyi-kötü /güzel-çirkin/doğru-yanlış yargılarıyla gümrüklenmesi ve olağan akışkanlığın manipülasyonudur. Bu minvalde yaşam enerjisinin insan benliğindeki devinim mimarisi; dıştan yüklenmiş kültürel yaşam koordinatları yahut öğretisel ahlakın dominant, doğal benliğe ait varoluşsal doğal ahlak kodunun ise dip akıntı halinde ve resesif düzeyde belirleyici olduğu kaotik ahlak ikliminde ifadesini bulmuş olmaktadır. Özneler dünyasında münhasıran insanın yüzleştiği ve yaşam enerjisinin yıkıcı çalışmasına sebebiyet veren haz-gereklilik ikilemine bağlı bu gerilimli ahlaki iklim; kalıcı bir durum olmayıp, doğaüstü bireysel evrimin yöntemsel gerekliliği mesabesindeki sahteleşme-gerçekleşme kutupsallığının olağan bir tezahürüdür. Çünkü insan zihnine dıştan yapılan her tür öğretisel ahlak yüklemesi, benlik sistemine atılmak için alınan dışarlıklı bir unsur ve gerekli kötülüktür. Bahse konu dışarlıklı unsurun birbirini tamamlayan alt işlevleri ise insanı doğal ahlak koduna yabancılaştırmak, doğal ahlaka yabancılaşmanın yol açtığı boşlukta kültürel savunma benliğiyle rezonans halinde enerji devinimini disipline etmek ve fon mesabesindeki ahlak bilincine figür teşkil eden dışarlıklı ahlak bilgisiyle yaratılan susuzluk temelinde özgürlüğün yan ürünü olan varoluşsal ahlaka bilinçli uyanışı tetiklemiş olmaktır.
Teyiden vurgulamak gerekirse nesne ile öznenin ayırt edici ontolojik farkı, birincisinin dış ikincisinin iç koordinatlarla işleyen düzenekler olmasıdır. Bu bağlamda hiçbir öznel bireyselliğin dışsal koordinata uyumlanması mümkün değildir. Önceki paragrafta ifade edildiği şekliyle insanda vaki dış koordinatla varoluş olgusu ise kartal yavrusunun önce yuvada sınırlanması ve belirli bir olgunlaşma döneminin ardından sınırsız gökyüzüyle buluşması misali varoluşsal ahlaka bilinçli uyanışla taçlanan aşılası bir faz ve konvansiyonel bir oluşum mahiyetindedir. Değilse işlevlerini yerine getirmiş kültürel yaşam koordinatları ve ikili ahlaki profilin kalıcılaşması, insan benliğinin içtenlik-gereklilik ikileminde bölünmesini ve evrimsel tıkanma akıbetiyle yüzleşmesini kaçınılmaz hale getirmiş olur.
Nitekim insanın ahlaki zekâ aktivasyon sürecinde -evrimsel tıkanmaya uğramamış bireylerde gerçekleşen- asıl ve nihai olasılık, zihnin aşıldığı proaktif benliğe tekabül eden ve varoluşsal ahlakın şüphesiz idrakine dikey mutasyonla deneyimlenen özgürlüğün yan ürünü mahiyetindeki ahlaki bilinçlilik yahut ahlak ötesi tabir edilen yaşayan ahlak ve kural olma profilidir. Bahse konu dikey bilinç mutasyonunun ilk adımı, insan benliğinde yaşam enerjisi devinimini gümrükleyen öğretisel ahlakın korku odaklı kültürel yaşam koordinatlarından özgürleşmektir. Bu sürecin en yalın açılımı; Aristo mantığına göre insan zihninin fenomenlere yaklaşımda bir şey ya iyidir ya kötüdür keskin çizgiselliğinden bir şey ne iyidir ne kötüdür noktasına, buradan bir şey hem iyidir hem kötüdür noktasına, buradan bir şey hem iyi değildir hem kötü değildir noktasına, buradan da nihai gerçeklik açısından iyi ve kötünün anlamı yoktur çemberselliğine evrilmesidir. Aynı mutasyonun tamamlayıcı ikinci adımı ise insan benliğinin yer çekimi kanuniyeti ve olgusal angajmanı karakterize eden doğal koordinatların sınırlayıcılığını da aşarak kuralın kendisi olma şüphesiz idrakine uyanışın gerçekleşmesidir. Tüm doğal özneler ateşte yanar ama insan ateşle ilişkiden yanmadan çıkabilir. Belirtilen bilinçlilik düzeyi, özgürlüğün sınırının daha fazla özgürlük olduğu yani yaşam-koordinat ikiliğinin aşıldığı noktayı ifade etmektedir. İki aşamalı bahis konusu benlik mutasyonunun total sonucu; insan varoluşunda korku zihnini karakterize eden hukuki meşruiyetten ahlaki meşruiyete, buradan da sevgi zihnini karakterize eden tinsel meşruiyete dikey bilinç sıçramasıdır. Aynı sıçramanın olgusal tezahürleri ise yaşam enerjisi deviniminin dıştan belirlendiği zihinselleşmiş-tarihselleşmiş-coşkusu sönmüş kaderci benlikle yaşam enerjisinin sıfır durağanlık tam akışkanlık temelinde bilinçli iyilik-bilinçli yaratıcılık-bilinçli kutlama frekansında devindiği kendi kaderinin efendisi ve yaşayan kural olma niteliğiyle temayüz eden aşkın benliğin yer değiştirmiş olmasıdır.
2.Ahlak Eğitimine Geleneksel Yaklaşımlar ve Etkileri
Ahlaki zekâ aktivasyon süreçlerine dair önceki alt başlıkta vaki çözümlemelerden hareketle denebilir ki yaşayan fenomenlerin ahlaki zekâsı; benliğe sonradan ilave edilen dışarlıklı bir unsur olmayıp, tohumsal düzeyde her öznel bireyselliğin başlangıçta sahip olduğu varoluşsal bir niteliktir. Bahis konusu tohumsal niteliğin aktivasyonu hem doğal hem doğaüstü öznelerde merkezden çevreye tohumun kalıbına yayılması misali kendiliğinden gerçekleşmektedir. Bu sürecin insan açısından fark yaratan özelliği; zihin tarafından kontrol edilen imitatif bilinç olarak ahlak bilgisiyle zihni kontrol eden yaşayan bilgi mahiyetindeki ahlak bilinci arasındaki diyalektik ilişki temelinde bilinçli kendiliğindenlikle gerçekleşiyor olmasıdır. Böylece doğaüstü bireysel evrime tabi özneler için ahlak eğitimiyle kastedilen şey; kültürel yaşam koordinatlarına göre zihnin dıştan programlanması ve bu bağlamda insan varoluşunun ilmik ilmik kurallanması değil, naturada mündemiç ahlaki zekanın kendiliğinden aktivasyonuna negatif koruma yöntemiyle alan açmak ve bir bakıma öznel ebelik yapmış olmaktır. Metnin akışı içinde daha önce değinildiği üzere aynı süreç kapsamında zihne yapılan ahlaki bilgi yüklemesi de ahlaki zekanın dıştan inşası değil münhasıran insanı varoluşsal ahlak bilincinin şüphesiz idrakine kışkırtan ve işlevini tamamladıktan sonra benlik sisteminden atılması gereken dışarlıklı bir unsurdur. Dinsel ve seküler sürümleriyle geleneksel yaklaşımın ahlak eğitimi dilemması; bilgi-bilinç özdeşleştirmesi temelinde sahteleşme-gerçekleşme kutupsallığının yöntemsel gerekliliği olarak benlik sistemine atılmak üzere alınan söz konusu ahlaki bilgiyi, varoluşsal ahlak bilincinin yerine ikame ederek kalıcılaştırması ve bir bakıma gerekli kötülüğü mutlak kötülüğe tahvil etmek suretiyle ahlaki zekâ aktivasyonunda evrimsel tıkanmaya sebebiyet vermiş olmasıdır.
Nüans farklarıyla ahlak eğitimine ilişkin tarihsel yaşanmışlıkların ortak özelliği, idealize edilerek mutlaklaştırılan kültürel savunma benliğine uyarlı kültürel yaşam koordinatları temelinde insan ahlakını varoluşsal deneyim düzeyinden zihinsel koşullanmalardan mürekkep öğretisel düzeye indirgemiş olmaktır. Bu yaklaşım, doğaüstü bireyselliklerin olağan ahlaki zekâ aktivasyon sürecinde aşılası bir fazın hedef telakki edilmesi ve her insanın yaşayan ahlak olma naturasından sarfı nazar, dıştan yüklenen ahlak kültürüyle ahlaklandırılması garabeti, daha doğrusu güneşi güneşlendirme yahut kırmızı gülü kırmızıya boyama hezeyanıdır. Gerekli kötülüğün mutlak kötülüğe çevrilmesi anlamında ahlaki bilgi figürünün varoluşsal ahlak bilincini perdelemesine yol açan bu kabil mekanik zorlamaların kaçınılmaz sonucu ise insan naturasının yoğun direnciyle ve bir dizi ahlaki zekâ dejenerasyonunu kapsayan kozmik püskürtmelerle yüzleşmek olmuştur.
Tarih boyu hakkında en çok iddia üretilen ve fakat amaç gerçekleştirme başarısı itibariyle en fazla hüsran yaşanan beşerî girişim, eğitimdir. Bahis konusu başarısızlıklarda aslan payının, ahlaka ilişkin sosyal mühendislik çalışmaları yani dinsel yahut seküler tandanslı ilmihal medeniyeti yaratma girişimlerine ait olduğunu söylemek mübalağa olmasa gerektir. Her seferinde amaçlananın aksine sonuçlarla yüzleşme akıbetine kapı aralayan bu ibretamiz durum; zekanın her opsiyonu gibi ahlaki zekanın da özgürlük ve kendiliğindenlik temelinde çiçeklenme naturasına muhalefetin faturası, bir başka deyişle aynı muhalefetle tetiklenen varoluşsal ters etki kanununun olağan bir tezahürüdür. Zikredilen tarihsel döngünün gizil nedenselliği, ahlak fenomenine bilinç değil davranış odaklı yaklaşım sadedinde geleneksel ahlak eğitimi girişimlerinin edim zekâ yaratır paradigmasına temellendirilmiş olmasıdır. Bu kabulün operasyonel dışavurumu, benlik oluşum ve dönüşümünde çevreden merkeze ve dallardan köklere gidişi esas alan dışsallığın içselliği zorunlu nedensellikle belirlediği davranış mühendisliği mekanizmidir. Halbuki insan benliğinin olağan gerçekleşim naturası; zekâ edim yaratır anlayışı temelinde yaşamsal özün olgusallığı belirlediği, merkezden çevreye ve köklerden dallara akışta ifadesini bulmaktadır. Bu minvalde insan, iyi davranışlar yaparak iyi insan haline gelememekte ama içsel iyilik bilinci uyandığında, kötü davranışları dahi iyiye dönüşmüş olmaktadır. Demek oluyor ki insan varoluşunu karakterize eden eylemliliklerin ahlaki rengini belirleyen yegâne faktör; varoluşsal ahlaka uyanmışlık yahut metafizik uyku durumu, ama her halükârda eylemin ahlaki bilinçle rezonansıdır.
İnsan ölçtüğünü yönetebilir ama ölçemediği daima insanı yönetir. Bu bakımdan insanın varlık bütünlüğünde olgusal bileşenler, ölçülebilir ve yönetilebilir düzleme ait inşa edilesi bağıl gerçeklikler ama ahlaki zekânın da dahil olduğu tinsel düzleme ait olanlar, ölçülemeyen ve insanı yöneten keşfedilesi bağımsız gerçekliklerdir. Ahlak verilen değil her insanın içinde bulması gereken varoluşsal niteliktir önermesi, tam da bu hususu işaretlemektedir. Aynı önermenin bir başka açıdan okunuşu; her insanın bireysel evrim planının biricikliğine paralel biçimde, enerji devinim frekansının standart değil biricik olması; haliyle buna referans teşkil eden yaşam koordinatlarının da biçimsel meşruiyete matuf öngörüsel/kültürel değil, tinsel meşruiyete matuf içgörüsel/varoluşsal olma gerekliliğidir. Şaşırtıcı olan husus; dinsel ve seküler tandanslı geleneksel yaklaşımların öznel gerçekliğin belirtilen naturasıyla sofistike savaş halinde, insan ahlakını öngörüsel/kültürel ahlak koduna göre dıştan yapılandırma ve standardizasyon yönündeki ısrarcılığıdır. Varoluşsal ahlakı manipüle eden bu kabil mekanik yaklaşımlara naturanın direnciyle ortaya çıkan tarihsel tablo ise insanın hiçbir şekilde uyarlanamayacağı ödül ve cezaya bağıtlı dış kural dayatması karşısında mış gibi yapması, bilgi-eylem ikiliği temelinde bilen yapan ama olamayan benliklerin varlığıyla dış kural arasında bölünmesi ve nihayet özgüven kaybıyla beraber nükseden suçluluk psikozunun semirmiş olmasıdır.
Öğretisel ahlak eğitimiyle dinsel ve seküler benliklerde vaki suçluluk psikozunun insanda yarattığı ilk savunma mekanizması, yaşadıklarının sorumluluğunu kendi dışındakilere yükleme yani ötekini suçlayarak rasyonalizasyon temelinde palyatif dengelenme çabasıdır. Daha tehlikeli olanı ise şeklen ötekini suçlarken özünde kendini suçlamaya yönelmesi ve bu minvalde kendisi ile arası bozulan insanın, korku determinasyonuyla evrimsel tıkanmaya uğramasıdır. Gerçekten de insan tüm dünya ile arası bozulup çatışma durumuna girse de kendini değerli sayarak ayağa kalkacak mecal bulabilmekte ama kendisiyle arası bozulduğunda, değersizlik algısıyla total zeka blokajı ve evrimsel tıkanma akıbetinden kaçamamaktadır. Öğretisel ahlak eğitiminin yıkıcı etkileri sadedinde bahis konusu kısır döngüyü besleyen arka plan nedensellikleri; hata korkusu, mükemmeliyet yanılgısı ve nitelik dogmatizmi olmak üzere üç maddede kategorize ederek irdelemek mümkündür.
-Hata Korkusu: Mutlaklaştırılmış öğretisel ahlak kodlarının suçluluk psikozuna kapı aralayan birincil yıkıcı etkisi; şüphenin insan varoluşunu karakterize eden ilişkilerin başlangıç değeri sayılmış olması ve şüphe temelli kültürel trafik işaretlerini ihlal kaygısıyla nükseden hata korkusudur. Daha önce işaret edildiği üzere ahlaki zeka, şüphe ve korku değil sevgi ve güvene teşne özgürlük ikliminde çiçek açabilecek varoluşsal bir niteliktir. Buna mukabil öğretisel ahlak kodlarının dinsel ve seküler segmentleri, insana örtülü güvensizlik temelinde günah-sevap / iyi-kötü ikilemli bölünmüş ve mayınlanmış bir varoluş yolculuğu dayatmış; bu bağlamda pekişen doğru yol koşullanması, beraberinde suçluluk psikozunun birincil besi kaynağı olan hata korkusunu tetiklemiştir. Oysa öznel gerçekliğin naturasıyla örtüşen bakış açısı; şüphe ve korkuya tekabül eden ayırımcı-dışlayıcı doğru yol koşullanması değil güven ve sevgiye müzahir birleştirici-kuşatıcı bütün yol vizyonunda ifadesini bulmaktadır. Çünkü nesnelerden farklı olarak yaşamsal özüyle kalıbı arasında ontolojik ikilik bulunmayan öznel gerçekliğin naturası, seçimlilik temelli tekleme değil seçimsiz farkındalık temelli birleme yaklaşımını gerektirmektedir. Tam da bu nedenle öğretisel ahlakın keskin hatlarla günah-sevap / iyi-kötü ikileminde ayrıştırdığı kesitler, iki ayrı gerçeklik değil aynı gerçeğin göreceli düzlemde birbiri aracılığıyla var olan diyalektik uçlarıdır. İlintili olarak denebilir ki nihai doğası itibariyle mutlak iyiye evrilen varoluşta kötülük, münhasıran iyiliğe kontrast teşkil eden ve iyiliğin hatırına var olan bağıl bir unsur mesabesindedir. Varoluşun göreceli düzleminde iyilikten kötülüğe kötülükten iyiliğe işleyen daimî dönüşüm süreci, doğada her durumda iyi yahut kötü olan bir şeye rastlanmıyor olması ve yaşamın olağan akışı içinde kötülüğün içinden iyiliğin, iyiliğin içinden kötülüğün çıkıyor olmaklığı, mezkur diyalektiğin ontolojik teyidi ve bariz göstergeleridir.
Öznel gerçekliğin yukarıda işaret edilen diyalektik naturasından sarfınazar öğretisel ahlakın insan varoluşu itibariyle öngördüğü sabitlenmiş doğru yol pusulaları ve bu minvalde vaki ihlallere müzahir hata reddi, gerçeğin yahut Tanrının reddi anlamına gelen sofistike bir şiddet ve tehlikeli bir yaşam manipülasyonudur. Çünkü benliğin olağan naturası itibariyle insanın yaptığı her özgün hata, dönüşümsel öğrenme sürecinin sigortası ve işaret fişeğidir. Sadece tekrarlanan hatalar zeka blokajı ama yeni ve özgün hatalar, daima zeka dinamizminin göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Esasen insan varoluşunda gerçek, insanın yaptığı değil insana olandır. Bu bağlamda yaptıkları bakımından insan, salt hata demektir ve münhasıran hata yapar. Bahse konu hataların yarattığı kontrast sayesindedir ki insan varlığında kötülükten evrimleşen iyilik yahut şüpheden evrimleşen güven misali ateşte çeliklenmiş erdemlerin ve şüphesiz idrak temelli varoluşsal öğrenmelerin kapısı aralanmış olur. Bu durumda denebilir ki insan için hata yapma lüksü bilgeleşme fırsatı ama geleneksel ahlak eğitiminin siciline kayıtlı hata perhizi / korkusu ise ölümcül sonuçları olan ve insanın dönüşümsel öğrenme yolunu tıkayan zehirleyici negatif bir dinamiktir.
-Mükemmeliyet Yanılgısı: Yaşamın akışkan doğasından sarfınazar sabitlenmiş cevaplardan mürekkep öğretisel ahlak kodlarının suçluluk psikozunu besleyen ikincil yıkıcı etkisi; insan varoluşunda gerçekle değil ideoloji ile tutarlılık arayışı anlamına gelen mükemmeliyet yanılgısıdır. Ontolojik olarak insan yapımı nesneler, zamanla pozitif ilişkili ve ilkelden mükemmele evrilen sahte fenomenler; doğa yapımı özneler ise zamanla negatif ilişkili bütünsel ve devrimsel sahici fenomenlerdir Bu bağlamda evrimsellik, dışsal ve biçimsel bütünsellik; bütünsellik ise içsel mükemmeliyet anlamına gelmektedir. Haliyle biçimsel mükemmeliyeti haiz nesneler, içsel boyutta kusursuz derecede kusurlu ve bütünsellikten uzak paralize unsurlar iken içsel mükemmeliyeti haiz özneler de biçimsel bakımdan kusursuz derecede kusurlu varlıklar olmak durumundadır. Bahse konu nedensellik itibariyle nesneler söz konusu olduğunda, olan her durumda olması gereken değildir. Çünkü zihin endüstrisi nesneler, zamanla değişen şartlar ve zihinsel yeniden kurmalar istikametinde ilkelden mükemmele doğru mütemadiyen geliştirilebilmektedir. Ve fakat özneler söz konusu olduğunda her hâlükârda olan olması gerekendir. Bu durum, öznelerde kalıbından bağımsız öznel niteliğin, daimi anda veya şimdide kısmi değil bütünsel olarak yansıma özelliğiyle ilişkilidir. İlintili olarak herhangi bir öznel varlık-nitelik-süreçte dıştan gözlemlenen eksiklik; yaşamsal özle ilgili olmayıp, münhasıran aşkın özün yansıdığı nedenli kalıbın sınırlılığı ve yansıtma yeterliliğinden kaynaklanmış olmaktadır. Söz gelimi sevme-sevilme süreçlerindeki oransal değişiklikler, aşkın sevgi niteliği değil yansıtıcı partnerlerle ilişkili arızi değer değişmeleri cümlesindendir. Son tahlilde özneler, biçimsel mükemmeliyet değil içsel bütünselliğiyle nitel fark yaratan gerçeklikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda tasvir edildiği şekliyle özneler dünyasında olanın olması gereken olduğu ve her halükârda oraya ancak buradan gidilebileceği gerçeğini göz ardı eden dinsel ve seküler ahlak eğitimi; insan benliğinde olanı baskılayarak, olması gerekeni oluşturma ısrarcılığını sürdürmüştür. Bu ısrarın kaçınılmaz doğurguları ise insanın naturasına mugayir olarak biçimsel mükemmeliyet arayışının objesine indirgenmiş olması, doğası gereği biçimsel mükemmeliyetin imkansız olduğu konu mankeni dinsel ve seküler benliklerin kendilerini sürekli suçlu hissetmeleri ve özgüven kaybı temelinde kendileriyle araları bozularak evrimsel tıkanma akıbetine uğramış olmalarıdır.
-Nitelik Dogmatizmi: Dışsal ödül ve cezaya bağıtlanmış vasat davranış kalıplarından müteşekkil öğretisel ahlak kodlarının suçluluk psikozunu besleyen üçüncül yıkıcı etkisi; insan varoluşunda sınırsız oluş opsiyonlarını seçili bir opsiyonla sınırlama mekanizmi anlamına gelen nitelik dogmatizmidir. Ontolojik olarak nesne denilen yapay düzenekler ritimsel, özneler ise kutupsal işleyen sahici düzenek ve gerçekliklerdir. Ritimsellik, herhangi bir düzeneğin tanılı bir niteliği yansıtma performansına göre, başarılı-başarısız ikileminde işleme karakteristiği; kutupsallık ise bir düzeneğin, aralarında değer hiyerarşisi olmayan farklı nitel dışa vurumlar üzerinden kendini kesintisiz ifade temelinde işleyiş karakteristiğidir. Örneğin musluk ve araba, ritimsel işleyen mekanik birer düzenektir. Çalıştığında tanılı niteliği yansıttığı için başarılı/ değerli; çalışmadığında aynı niteliği yansıtamadığı için başarısız/değersiz konuma düşmüş olmaktadır. Halbuki ekini yeşerten ve yeşertmeyen toprağın değerinde herhangi bir farklılaşma yoktur. Çünkü toprağın nadas hali de çiçeklenme hali de aralarında hiyerarşi olmayan farklı değerler ve nitel dışavurumlardır. Hakeza insan varoluşu ve benlik ikliminde sevgi ve nefret, biri diğerinden daha az ve daha çok değer taşımayan farklı/kutupsal dışavurumlardır. Kısacası öznel düzeneklerde; her hal itibariyle değersizlik, boşluk ve başarısızlık söz konusu değildir.
Yaşayan fenomenlerin yukarıda işaret edile kutupsal naturasının göz ardı edildiği dinsel ve seküler ahlak eğitiminde insan, tanılı bir niteliği yansıtma performansına göre ritimsel mekanik düzeneğe indirgenmiş ve bu niteliği yansıtma becerisine müzahir değer hiyerarşisi itibariyle makbul-makbul olmayan misali kategorilere konumlandırılmıştır. Seçili ve tanılı nitelik üzerinden imal edilen aynı değer hiyerarşisinin dinsel ve seküler toplumlarda yol açtığı bariz zeka dejenarasyonu ise her tür ontolojik dayanaktan yoksun şizofrenik seçicilik ve nitelik dogmatizmi olmuştur. Ve tabi bu dogmatik yaklaşımın kısa-orta-uzun vadeli kaçınılmaz doğurgularında tanılı niteliği taşımayan insanlarda suçluluk psikozunun pekişmesi ve özgüven kaybı temelinde manipülasyonlara teşne benlik ikliminin yaygınlaşmış olmasıdır.
Sonuç ve Öneriler
Yaşam enerjisinin ara rengi olmayan radikal iki devinim profili, yaratıcılık ve yıkıcılıktır. Bu bağlamda yaratıcılık; yaşam enerjisi devinimine rahim teşkil eden bireysel düzeneğin, kendi varoluş amacı ve ait olduğu bütünle eşyanın yerli yerinde olmaklığı anlamında ontolojik adalete uyarlı ve entegre işleyişinin, yıkıcılık ise entegrasyon eksikliğinin dışavurumudur. İki radikal dışavurum seçeneğinden hangisiyle yüzleşileceğini belirleyen ve elinizdeki makalede tartışmaya açılan dinamik ise nesnelerde mekanik varoluşu estetik düzleme taşıyan kullanım koordinatları, yaşayan fenomenlerde de öznel varoluşu etik düzleme taşıyan deneyim koordinatlarıdır. Mekanik ve öznel varoluşun kaderini belirleyen bu stratejik koordinatlar, ontolojik olarak kullanılası ihtiyaç varlığı nesnelerde dışsal bir unsur ama yaşanılası aşk varlığı öznelerde içkin bir unsur mesabesindedir. Haliyle yaşayan fenomenlerin etik veya ahlak kodu, dıştan içe transfer edilen üretilmiş bir unsur değil münhasıran içte keşfedilesi ve bulunası varoluşsal bir nitelik olarak temayüz etmektedir. Bahse konu içsel keşif ve bulma süreci doğal öznelerde kendiliğinden işleyen yalın kat bilinçsiz bulma, evrimsel tıkanmaya uğramamış insanlarda ise kendiliğindenlik temelinde bilinçsiz bulma-kaybetme-bilinçli bulma tabir edilen üç alt süreçte sahteleşme-gerçekleşme kutupsallığıyla cereyan etmektedir. İnsanın ahlaki zekâ aktivasyonunda bilinçlilik farkını yaratan husus, varoluşsal ahlaka figür teşkil etmek bağlamında kaybedip bulma diyalektiğine gerekli kötülük olarak tavassut eden dışarlıklı / öğretisel / kültürel ahlak kodudur. Yine aynı ahlak kodu mutlaklaştırıldığında, varoluşsal ahlaka bilinçli uyanış vesilesi olmak bir yana ahlaki zekâ dejenerasyonunun baş müsebbibine dönüşmüş olmaktadır. Ahlak eğitimine geleneksel yaklaşımın dilemması; tam da bu noktada yani insanın ahlaki zekâ aktivasyonunda gerekli kötülüğü mutlak kötülüğe çevirdiği ve kaş yapayım derken göz çıkardığı mezkûr çelişkide ifadesini bulmaktadır. Bu vahim çelişkinin insanın ahlaki zekâ aktivasyonu bakımından yarattığı eğitimsel doğurgular, makalede vaki çözümlemelerin alt sonuçları sadedinde şöyle sıralanabilir:
1. İnsan tarafından kurgulanıp doğada gerçekleştirilen zihin patronajlı deneyimler, dışsal ödül ve cezaya bağıtlanmış yani sonucu kendi dışında olan vasat ihtiyaç edimleri; doğanın insan aracılığıyla gerçekleştirdiği varoluşsal deneyimler ise ödülü ve cezasıyla kendinde nihayet vasat ötesi aşk edimleridir. Bu minvalde ahlaki deneyim, insanın başkalarıyla değil kendi ruhaniyetiyle iletişim hijyenini karakterize eden bir başka deyişle ödülü ve cezası insanın kendisiyle arasının iyi olmaklığına müzahir varoluşsal bir aşk edimidir. Dinsel ve seküler tan-danslı öğretisel ahlakın açtığı onulmaz yaralardan biri ve hatta başta geleni; kendinde nihayet varoluşsal ahlakı, öteki odaklı ve dışsal ödül-cezaya bağıtlı mütekabiliyet yani pazar ahlakına indirgemiş olmasıdır.
2. Nesneler üretildiğinde eskimiş olan sahte düzenekler, özneler ise varoluşun aşkın titreşimine an be an uyumlanarak sonsuz yeni olma niteliğiyle temayüz eden sahici düzeneklerdir. İlintili olarak insanın naturasıyla örtüşen varoluş dili, hayatın sorularına biricik ve aşkın cevaplar verme kapasitesinde ifadesini bulmaktadır. Ne var ki dinsel ve seküler ilmihal medeniyetine referans teşkil eden öğretisel ahlak kodları; insanı aynı sorunun ikinci kez sorulmadığı yaşamın anlık uyarımlarına kendi içgörüsel-biricik-yeni cevaplar yerine, ataların yaşamından soyutlanmış ve aşılmış hazır cevaplarla mukabelede bulunmaya mahkûm etmiştir. Bahse konu sofistike şiddetin kaçınılmaz doğurguları ise insanın yaşayan kural olma noktasından dışsal kuralın stepnesine indirgenmesi, özgün cevapların kaynağı aklı varlığında olma noktasından robotik tepkilere kaynaklık eden ödünç aklı başındalık noktasına gerilemesi, içtenlik temelinde gerçekle tutarlılık noktasından gereklilik temelinde ideoloji ile tutarlılık noktasına savrulması, varlık bileşenleri arasındaki senkronizasyon bozukluğu ve kısmi varoluş nedeniyle coşku sönümlenmesiyle yüzleşmesi ve nihayet biçimsel konforu yüksek durumlarda bile naturaya sadakatin yan ürünü olan huzuru idrakten uzaklaşmış olmasıdır.
3. Nesneler her tür ilave çıkarıma elverişli dıştan belirlenen nedenli düzenekler, özneler ise hiçbir ilave ve çıkarımın yapılamadığı kendiliğindenlik temelinde işleyen nedensiz düzeneklerdir. Bu bağlamda dıştan yüklenecek hiçbir kültürel/öğretisel koordinatın koşullanma düzeyini aşıp yaşayan fenomenlerin varlığının parçası haline dönüşemeyeceği, aşikar bir gerçekliktir. Ancak dinsel ve seküler tandanslı geleneksel yaklaşımlar; nedensiz bir varlığı fütursuzca nesneleştirerek dıştan belirlenen mekanik düzeneğe indirgemiş ve insan varoluşunu öğretisel ahlak kodlarının kıskacına almıştır. Bahse konu sofistike şiddetin eğitimsel doğurguları ise masumiyete güvensizlik ve korku temelli kültürel koordinatların kuralla varlığı arasında bocalayan insan naturası tarafından püskürtülmesi, bunu takip eden yeni kural dayatmaları ve nihayet kural sağanağına maruz kalan insan benliğinde yaşam enerjisi devinimi itibariyle akışkanlığın manipülasyonu ve bir bakıma yaşamın azalmış olmasıdır.
4. Hakikati şüphesiz idrak düzeyinde bilmenin yolu, bilgiyi bırakmak ve aşmaktır. Çünkü sözcük örüntüsü olarak varsayımsal bilginin, zihinsel koşullanmayı aşacak varoluşsal kıvamda dönüştürücü bir gücü bulunmamaktadır. Nitekim dinsel ve seküler tandanslı öğretisel ahlak kodlarının yıkıcı eğitimsel doğurguları cümlesinden olmak üzere İnsanın nefes alan gerçekliği haline gelmemiş ahlaka dair zihinsel birikimin yol açtığı davranış anamolileri; bilgi-eylem ikileminde bölünmüş benliğin salt mekanik feragat kolaycılığıyla sahte sofuluk tabir edilen bulmadan aşkınlık maskesine bürünmesi, yine aynı bölünmüş benliğin bünyesindeki korsan unsuru kusma refleksiyle ahlak bezirganı halinde yaşamın yargıçlığına yeltenmesi ve nihayet öğretisel ahlak referanslı zihinsel koşullanmalardan müteşekkil ahlaki vicdanın varoluşsal ahlak bilincinin tabutuna dönüşmesi misali tezahürlerin çoğalmış olmasıdır.
5. Zekâ ışığını sözcüklerde değil varoluşsal deneyimde aramak gerekir. Çünkü sözcük örüntüsü varsayımsal bilgi, son tahlilde yaklaşık hakikattir. Tabiatıyla yarım ve yaklaşık hakikat de insan varoluşu açısından bütün yalandan daha tehlikeli ve çeldiricidir. Bu bağlamda öğretisel ahlak kodlarının en büyük zaafı, hakikatin kavramlara sıkıştırıldığı varsayımsal bilgi kalıplarından müteşekkil olmasıdır. İlintili olarak mantık temelli kavramlaştırma mekanizminin doğurguları ise istenenin daima istenmeyenin ardında saklandığı ikili ontolojiye sahip paradoksal öznelliği bölmesi ve seçili niteliğin öğretisini yükselttikçe mevcudiyet enerjisinin azalmasına sebebiyet vermiş olmasıdır. Dinsel ve seküler ahlak ikliminde insanın istediğinin öğretisel ahlakın istemediği ve yine insanın istemediğinin aynı ahlak kodunun amir hükmü olmaklığı ile öğretisi yükselmiş öznel değerlere insanın eğreti yaklaşımı misali tezahürler, naturaya yabancılaşmanın yol açtığı bahse konu çelişkiler cümlesindendir.
Yukarıda sıralı ara sonuçlar itibariyle geleneksel yaklaşımların ahlak eğitimi dilemması; insanın ahlaki zekâ aktivasyonuna aşılası bir faz ve figür olarak tavassut etmesi gereken öğretisel ahlakı, fon mesabesindeki varoluşsal ahlakın yerine ikame sadedinde insan naturasıyla sofistike bir savaşa girişmiş olmasıdır. Tabiatıyla insan naturası, bu kabil bir savaşın tartışılmaz galibi olmuş ve geleneksel ahlak eğitimi inisiyatiflerinin maksimal çabaları, her seferinde minimal avuntularla sınırlı kalmıştır. Çünkü hiçbir şekilde, gerçeği teoriye indirgeme olasılığı bulunmamaktadır. Söz konusu teorinin kutsallık izafe edilen dinsel bir dogma yahut modernitenin kutsalı bilimsel bir teori olması, sonucu değiştirecek nitel bir fark yaratmamaktadır. Kısacası ahlak her halükârda varoluşsaldır, değilse bu başka bir şeydir.
Son tahlilde makalenin ara sonuçları ve nihai çıkarsamasına istinaden yapılabilecek yegâne öneri, konuya ilişkin araştırmaların her segmenti itibariyle bütün yalandan daha tehlikeli yaklaşık bir hakikat niteliğini haiz öğretisel ahlak kodlarını dinsel-seküler ikilemde yarıştırmaya değil şifanın hastalığın içinde olduğu anlayışı temelinde geleneksel ahlak eğitiminin sebebiyet verdiği yaralara yoğunlaştırılması gerektiğidir.
Kaynakça
AKGÜNDÜZ, H. (1997). Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi. İstanbul: Ulusal Bellek Yayınları.
AKGÜNDÜZ, H. (1998). Tarihi Gelişim İçinde Medreseler ve Üniversiteler. Diyarbakır.
AKGÜNDÜZ, H. (2013). Hurafe ve Gerçek İkileminde Eğitim. İstanbul: Hayat Yayınları.
ADORNO, T. (2011). Otoriteryen Kişilik Üstüne. Çev. D. Şahiner, İstanbul: Say Yayınları.
ANDRE, C. (2019). Korkunun Psikolojisi. Çev. İ. Yerguz, İstanbul: Say Yayınları.
ANTONY, M.- Swinston, R. (2017). Mükemmeliyetçilik. Çev. S. Katırcıoğlu, İstanbul: Timaş Yayınları.
ARONSEN, E.-Tavris, C. (2017). Hatalar Psikolojisi. Çev. N. Önoğlu, İstanbul: Sola Unitas Yayınları.
AYTAÇ, K. (2018). Avrupa Eğitim Tarihi. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
BAHÇEŞAPILI, H. G. (2022). Kötülük Problemi ve Tanrı. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
BARRETT, W. (2016). İrrasyonel İnsan. Çev. S. Özer, İstanbul: Hece Yayınları.
BAUDRILLAD, J. (2020). Nesneler Sistemi. Çev. A. Adanır. İstanbul: Doğu-Batı Yayınları.
BERGSON, H. (2017). Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri. Çev. M. Tunç, İstanbul: Dergâh Yayınları.
BLOOM, P. (2022). Bebeklerin Ahlaki Yaşamı. Çev. E. Kardelen, İstanbul: Panama Yayıncılık.
CANATAN, K. (2023). Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam. İstanbul: Beyan Yayınları.
CASEY, J. (2016). Sakın Hata Yapma. Çev. A. Ege, İstanbul: Olimpiyat Yayınları.
CEMAL, M. (2011). Hegelin Kayıp Mantığı Nitelik-Nicelik-Ölçü. İstanbul: Belge Yayınları.
CHAMOVITZ, D. (2019). Bitkilerin Bildikleri. Çev. G. Koca, İstanbul: Metis Yayınları.
CONFORD, F. M. (2015). Sokrat Öncesi ve Sonrası Ahlak Felsefesi. Çev. C. Şengör ve S. Onar, İstanbul: TİB Kültür Yayınları.
CÜCELOĞLU, D. (2019). İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
ÇAĞLA, A. (2004). “İbn-i Sina Felsefesinde Ahlak”, M.Ü. Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı 6, s. 29-38.
DAWKINS, S. (2016). Hayvanların Sessiz Dünyası. Çev. B.F. Baytok, İstanbul: Çikolata Yayınları.
DAWKINS, R. (2019). Tanrı Yanılgısı. Çev. Kalisto, İstanbul: Kuzey Yayınları.
DELEUZE, G. (2016). Ampirizm ve Öznellik. Çev. E. Erbay, İstanbul: Norgung Yayınları.
EVKURAN, M. (2019). Ahlak, Hakikat ve Kimlik. İstanbul: Araştırma Yayınları.
GROSS, R. (2019). Psikolojide Temel Meseleler ve Tartışmalar. Çev. F. Zengin, İstanbul: Kaknüs Yayınları.
GÜNEY, H. (2020). Nietzsche ve Hristiyanlık. İstanbul: İlke Yayınları.
HARMAN, G. (2019). Nesne Yönelimli Ontoloji. Çev. O. Karayemiş, İstanbul: Enellekt Yayınları.
HEIDEGGER, M. (2020). Varlık ve Zaman. Çev., K. Ökten, İstanbul: Alfa Yayınları.
HELLER, A. (2015). Bir Ahlak Kuramı. Çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayıncılık.
İbn-i Miskeveyh (2017). Tehzibü’l-Ahlak. Çev. A. Şener ve Diğerleri, İstanbul: Büyüyen Yayınları.
İbn-i Sina (1952). Ahvalu’n-Nefs. Beyrut.
İmam Gazali (1992). İhya u Ulumi’d-Din. Çev.A. Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yayınları.
KANBOLAT, E. (2018). “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Kurumlarında Laikleşme Süreci ve Ahlak Eğitimine Dair Tartışmalar”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt 26, Sayı 3, s. 985-994.
KANT, İ. (2022). Töre Metafiziği İçin Temellendirme. Çev. A. Yardımlı, İstanbul: İdeal Yayınevi.
KILIÇ, R. (2012). Ahlakın Dini Temeli. Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları.
KILIÇ, E. (2022). Metafiziksel İyiden Değere Ahlakın Yolculuğu. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
KÜKEN, G. (2006). Yeni ve Yakınçağda Eğitim. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
MANAF, A. (2020). Suçluluk Psikolojisi. İstanbul: Az Kitap.
MEMDUHOĞLU, A. (2015). “İlmihal Edebiyatının Serencamı”, Akademi Dergisi, Sayı: 66, s.21-49.
MENGÜŞOĞLU, T. (2013). Felsefeye Giriş. İstanbul: Doğu-Batı.
MIDOVINK, M. (2019). Eşyanın Tabiatı. Çev. S. Ak, İstanbul: Domingo Yayınları.
MORGAN, C.T. (2017). Psikolojiye Giriş. Çev. S. Karakaş-R. Eski, Ankara: Eğitim Yayınevi.
NAHALAYI, A. (1387). Usulü’t-Terbiyeti’l-İslamiyye. Dimeşk.
NIETSSCHE, F. (2019). İyinin ve Kötünün Ötesinde. Çev. M. Tüzel, İstanbul: TİB Kültür Yayınları.
NODDINGS, N. (2020). Eğitim Felsefesi. Çev. R. Çelik, Ankara: Nobel Akademi Yayınları.
ÖZAKKAŞ, T. (2016). Bebeklikten Erişkinliğe Ruhsal Yolculuğumuz. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü.
ÖZTÜRK, O. (2012). Özerk Benlik, Kul Benlik. İstanbul: Okyanus Yayınları.
PAULHAN, F. (1969). Ahlâkın Ahlâksızlığı. Çev. M. Ecer, İstanbul: Remzi Kitabevi.
PIEPER, A. (2012). Etiğe Giriş. Çev. V. Atayman-G.Sezer, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
RADIN, D. (2018). Bilinçli Evren. Çev. K. Budak, İstanbul: Omega Yayınları.
SARTRE, J. (2018). Öznellik Nedir. Çev. İ. Uysal, İstanbul: Can Yay.
SARTWELL, C. (2014). Edepsizlik, Anarşi ve Gerçeklik. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
SCHOPENHAUER, A. (2009). İstencin Özgürlüğü Üzerine. Çev. M. Söyler, İstanbul: Öteki Yayınları.
SELVİ, D. (2016). Ateşin Yakmadığı Aşık. İstanbul: Semerkand Yayınları.
SMITH, R. (2013). Zihin ve Doğa Arasında. Çev. T. Binder, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
SKINNER, Q, (Ed.) (2013). Çağdaş Temel Kuramlar. Çev. A. Demirhan, İstanbul: İletişim Yayıncılık.
SPRANGER, E. (2001). İnsan Tipleri. Çev. A. Aydoğan, İstanbul: İz Yayıncılık.
SUENDSEN, L. (2017). Korkunun Felsefesi. Çev. M. Erşen, İstanbul: Redinkot Kitap.
TAŞKIN, S. (2019). Aristoteles ve Kınalızade Ali’de Ahlak. Ankara: Nobel Akademi Yayınları.
TAYLOR, M. (2019). Doğa Kitabı. Çev. S. Çayır, İstanbul: Maya Kitap.
TURA, S. (2015). Madde Mana. Metis Yayınları.
WADSWORTH, B. J. (2015). Piaget’nin Duyuşsal ve Bilişsel Gelişim Kuramı. Çev. M. Kandemir, Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.
WINSTON, R. (2016). İnsan İçgüdüsü. Çev. S. Köseoğlu, İstanbul: Say Yayınları.