İktisadî çıkar ve ilişkilerin toplum hayatına ana rengini verdiği modern dünya, en kapsamlı gözlem ve çözümlemesini romanlarda buluyor. Buna rağmen iktisadî ilişkileri romanlar üzerinden “okumak” yaygın bir akademik alışkanlık haline gelmiş değil. Türkiye’de durum daha da vahim. Klasik edebiyatımızın iktisadî muhtevasını Ülgener’den başka münhasıran ele alan bir iktisatçı/toplum bilimci hatırlamıyorum. Modern edebiyatımızın iktisadî muhtevasına dair çalışmalar ise henüz emekleme evresindedir. Kısacası, iktisata edebî dille ses vermede “bir arpa boyu” yol alabilmiş değiliz.
Oysa amazon.com’a mesela “Shakespeare, Economics” arama başlığı ile girdiğimizde en az bir düzine kitapla karşılaşıyoruz: Shakespeare and Economic Theory (David Hawkes), Shakespeare’s Political and Economic Language (Vivian Thomas), Shakespeare’s Cultural Capital (DominicShellard), Shakespeare’s Twenty-First Century Economics: The Morality of Love and Money (Frederick Turner), Money and the Age of Shakespeare (Linda Woodbridge), Shakespeare and Economic Imperative (Peter F. Grav)... Bu konuya odaklı ama başlığı farklı kitaplar dahil edilse herhalde sayı birkaç düzineyi bulur. Aynı aramayı Goethe veya Balzac için yapsak eser sayısı muhtemelen daha fazla olur. Yeni İktisadî Eleştiri (New Economic Criticism) başlığı, bugün artık “edebî iktisat çalışmaları” na isim olmuş gibidir.
Bu yazıda modern döneme ve özellikle de romanlara odaklanacağımızdan, klasik dönemden sadece bir iki örnek vermekle yetineceğim. Maksadım, klasik üdebamızın iktisadiyata asla bigâne kalmadığını birazcık hissettirmektir. Uyumsuz kimliğini mahlasında Arapça/Farsça iki olumsuz örneği birleştirerek yansıtan Nâbî (1642-1712), iktisadî gerçekliğe o denli vakıftır ki halkın, altını elde tutup da dolaşımdan alıkoymasına o çağın tipik bir İngiliz merkantilisti kadar bozulmaktadır. Zavallı altın, dünyaya geldiğine bile pişman gibidir:
“Kîseden kîseye hapsederek halk zeri
Çok peşimanlığı var çıktığında mâdenden”
Sarı mâden, ekonomiyi canlandıracağına keseler içinde zindan hayatı yaşamaktadır:
“Sanduklar içre oldu pinhân
Geh kîseler içre çekti zindan”
Para, ekonomik mübadeleyi; dil ise fikrî mübadeleyi sağlar. İnsandan insana iletilmeyen anlamlı sözler, tıpkı faydasız nakit gibi mahzende yatadurur:
“Sîneden elsineye sıçramayan mânî-i sâf
Benzer ol nakde ki bî-sûd yatar mahzende”
Edebî iktisat analizinden antropo-teolojiye geçelim: İnsanlar bir kez hırsa kapıldılar mı Allah’ı unutup putlaştırdıkları kuruşlara tapmaya başlarlar:
“Kâfir-dilân-ı hırs ferâmuş idüp Hakk’ı
Şimdi sanem-misâl perestiş guruşadır”
Harcamaların başını alıp gittiği bir yönetimde, bütçe denkliği için gelirlerin arttırılması gerektiğine dair bir maliye politikasıyla noktalayalım:
“Leşker-i masrafa takat getirilmez Nâbî
Kuvvet ihsân ede Allah meğer îrâda”1
Sümbülzâde Vehbi‘nin, 18. yüzyıl sonlarında açgöz esnaf için yazdıkları, bugünkü fahiş fiyat tartışmalarına ışık tutar mı bilmem:
“Sınıf-ı esnafta yoktur insaf
Yani nadir bulunur sinesi saf
İderek hileye sarf-ı mechûd
Anların aklı olur akl-ı Yahûd
Kizbi sermaye edip hileyi kâr
Düşürür damene enva-i şikâr
Nazarı dirhem ü dinardadır
Çıkacak iki gözü kârdadır”2
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Piyasa" sayısında...