Şiddet nedir? Onu nasıl tanımlarız? Bize neyin şiddet olup olmadığını ayırmamızda yardımcı olan veya bizi yanıltan telakki zeminleri nelerdir? Yazıda incelenecek olan kitap, bu soruların temelinde düşünürlerin fikirlerini ortaya koymamaktadır. Bunun yerine, düşünürlerin “verili” bir şiddet anlayışı üzerinden getirmiş oldukları eleştirileri işlemeyi amaç edinmektedir. Bu sebepten dolayı yazıda ele alınan düşünürlerin şiddet üzerine getirdikleri eleştirilere yer vermeden önce bu verili olan şiddetin bir çözümlemesini yapmak daha faydalı görünmektedir. Binaenaleyh, ilk olarak şiddet kavramının tam olarak neyi ihtiva ettiğine dair bir farkındalık sunulmaya çalışılacak ve ardından kitapta konu edilen bir dizi düşünürün şiddet üzerine geliştirdikleri düşünceler özetlenecektir.
Şiddet Kavramı
Şiddet, nesnelere karşı yıkıcı, tahripkâr ve hayvanlarla kişilere karşı ise fiziksel olarak incitici şekilde aşırı bir güç uygulama olarak tanımlanmaktadır.1 Ancak görüleceği üzere bu tanım kendi bünyesinden bir takım şüphelere sebebiyet verebilmektedir. Bunun sebebi, örneklerle gün yüzüne çıkartılabilir. Yüzme bilmeyen ve bu sebeple suyun ortasında boğulan bir kimseyi kurtarmak sanıldığı kadar kolay değildir. Bu eylem kurtaran için büyük tehlikeler barındırmaktadır. Boğulmanın getirdiği panik halinden ötürü birçok defa bu müdahaleler her iki kişinin de ölümüyle sonuçlanan girişimler olmuşlardır. Bundan ötürü genellikle kurtarma sırasında özellikle kurtaran kişi tarafından şiddet uygulandığına şahit olunmaktadır. Fakat aynı zamanda toplumun üyeleri arasında hemen hemen kimse bunu bir şiddet olayı olarak da görmemektedir. Aksine bu tür girişimler takdir toplayan davranışlar olarak kabul edilmiştir. Bir başka benzer durum olarak belediye tarafından yıkılmak üzere olduğu için acilen boşaltılıp yıkım ekiplerince ortadan kaldırılan bina örneği verilebilir. Ortada yıkım ekipleri tarafından yıkılan bir bina olmasına karşın yine kimse bunu bir şiddet eylemi olarak görmeyecektir. Pekâlâ, eğer kurtarılan çocuğun vücudundaki kemiklerinin yarısı kırılmış olsa veya yıkılan bina çok kıymetli bir tarihi eser olarak karşımıza çıksaydı? O zaman muhtemelen kurtaran çocuğun boğulan kimseye karşı kasti bir eyleme giriştiği ve yıkılan binanın ise geleneğe karşı bir şiddet suçu olduğu düşüncesi yaygın kanaat olarak karşımıza çıkacaktı. Anlaşılacağı üzere, tüm örneklerde açıkça şiddet uygulanmasına karşın sadece bir kısmı şiddet olarak görülme eğilimi taşımaktadır. Öyleyse, buradaki ayrımın ölçütünün ortaya çıkartılması gerekmektedir.
Özetle ifade etmek gerekirse, burada şiddet eyleminin uygulandığı şey üzerine yüklenen bir “değer” karşımıza çıkmaktadır. Bu değer nesneler ve canlılar üzerinde farklılık gösterir. Misal bu şey bir kimsenin veyahut kurumun mülkü olabilir. Bir insan için ise yukarıdaki örnekte de anlaşılacağı üzere bu değer, bedensel bütünlüğe veya psikolojik bir zemine oturabilir. Dolayısıyla yukarıdaki örnekler bu açıklamalar ışığında incelediğinde bizi şu cevaba ulaştırmaktadır: normatif bir şiddet kavramının inşası. Örneğin, tarihi yapıya karşı onu tahrip edecek güç uygulandığında bunun bir şiddet olarak değerlendirilmesi gerçekte tamamen öznel bir değerlendirme olacaktır. Bir başka deyişle, bireyin yüklediği değer doğası gereği özneldir ve bir başka birey özelinde şiddet olarak kabul görmeyebilir. Anlaşılacağı üzere, şiddet mefhumunun kendisi bizatihi bir tartışmayı beraberinde getirmektedir.2 Bu yüzden aşağıda ele alınan eleştirilerde şiddet mefhumunun “verili” olduğu gerçeğinin dikkate alınmasında okur için fayda görülmektedir.
1 J. J. Degenaar, “The Concept of Violence”, Politikon: South African Journal of Political Studies, 1980, Cilt: 7, 14-27, s. 14.
2 Degenaar J. J., agm, s. 16.