Düşünce Dergisi > Düşünce Sohbetleri |

düşünce sohbetleri’nin konuğu mustafa özel...

Düşünce Dergisi’nin ikinci sayısı “Para: Varlığı Bir Dert, Yokluğu Yara” dosya konusunda yer alan “Edebiyatta Para ve Ticaret Üzerine” başlıklı röportajı üzerine Mustafa Özel ile alt başlığı “Edebi İktisat: Romanın Ekonomi Politiği” olan sohbet gerçekleştirildi.

İlmi bir tartışma ortamı kurma gayretiyle yola çıkan Düşünce Sohbetleri’nin  misafiri bu kez Mustafa Özel oldu. Düşünce Dergisi’nin ikinci sayısı “Para: Varlığı Bir Dert, Yokluğu Yara” dosya konusunda yer alan “Edebiyatta Para ve Ticaret Üzerine” başlıklı röportajı üzerine Mustafa Özel ile alt başlığı “Edebi İktisat: Romanın Ekonomi Politiği” olan sohbet gerçekleştirildi.

Özel, sözlerine şu şekilde başladı: "Size son 500 yılın hikayesini anlatmaya, bu hikaye çerçevesinde kurguyu değerlendirmeye çalışacağım. Son 500 yılın hikayesini 3 katmanlı olarak eş zamanlı bir süreç gibi görüyorum. Bunlara, iktisadi düzlemde kapitalistleşme, siyasi düzlemde uluslaşma, zihni düzlemde sekülerleşme adlarını verebiliriz. Kapitalistleşme, Batı Avrupa hikayesidir, pazar entegrasyonu demektir. 1500 kadar küçük feodal beyliğin borusunun öttüğü parçalanmış bir pazar yapısını bütünleştirerek daha büyük pazarlar bu pazarlara hitap eden daha büyük ölçekli iktisadi işletmeler meydana getirmektir. Uluslaşma ne demek? Bu küçük beyliklerden daha büyük bir krallık meydana getirmek, daha büyük ve güçlü bir siyasi organizasyon oluşturmak. Son aşama ise sekülerleşme. Eşyayı anlamada, varlığı idrakte, sosyal hayattaki gelişmeleri ve siyasi hayatı anlamada, bütün bunları düşünme, tefekkür etmede esas itibariyle her hangi bir ilahi kaynağa ilahi referansa atıfta bulunmamak. Daha dar bir anlamda Tanrıyı paranteze almak Her şeyi insan aklının kavrayabileceğini çözebileceğini düşünmek.’’

Özel, sekülerleşme kısmını açarak sözlerine devam etti: ’’ Sekülerleşme süreci içinde üç alan karşımıza çıkıyor bilim, felsefe, edebiyat. Daha önceki edebiyatlarda ister bizim ister Avrupa olsun, temel mesele orijinal bir hakikate yaklaşmaya çalışmaktı. Roman yazarı ise bir kurgu yapıyor, kullandığı dil ve o dilin imkanları var, o kelimelerin bir geçmişi var, yani kendisi büsbütün yeni bir araçla yapmıyor. Dolayısıyla kendi sübjektifliği var ama o dilin de dilin tarihinin de objektifliği var. Karşıda da okuyucu var. Her okuyucu bunu farklı anlama ve yorumlama hakkına sahip dolayısıyla romanın, kurgunun her okunuşunda daha önceki yorumlamadan farklı bir durumla karşı karşıya kalıyoruz ve bu yeni durum unutmayı kolaylaştırıyor. Dolayısıyla uluslaşmayı kolaylaştırıyor. Bir ulusu meydana getiren en önemli unsur unutmaktır. Unutmayan bir topluluk ulus olamaz. Unutarak ulus hatırlayarak millet oluruz. Neyi unutmak? yakın tarihin kahramanlarını, değerlerini, inançlarını unutabilmek. Oluşacak boşluğu doldurmak için uzak bir gelecekten değerler, tanrılar, mitler oluşturmak. Ulusluk, Avrupa tarihi için büyük bir başarı çünkü ayakta kalamazlardı. Romanı, son 400 yılın serüvenini hem en iyi anlatan hem de Batı kafasının en önemli buluşlarından birisi olarak görüyorum. Yüceltmiyorum romanı fakat çok önemsiyorum. Sosyal bilimci, hukukçu olacaksanız roman okumadan modern zihin ve modern vicdan nasıl oluştu sorularına, köşe taşı romanlarını okumadan, sindirmeden, onları çok iyi tartışmadan kavramanız mümkün değil.’’ 

Yazar ve romanlardan örnekler verdi: ’’ Mesela Don Kişot son 400 yılın en ciddi kahramanıdır. Don Kişot olmak demek her halükarda hakikati olduğu gibi söylemek demektir. Cervantes’in iddiası şudur, o kadar bozulmuş ilişkiler ağı içerisindeyiz ki artık gerçeği söylemek için deli olmak lazım. Dostoyevski’nin Budala’sı bir Don Kişot’tur. Mesela Faust, bir roman tarzında değil şiir, trajedi tarzında yazılmıştır ama Faust’u anlamadan son birkaç yüzyılın kapitalist öyküsünü anlamak mümkün değil. Goethe bir iktisatçıydı, bir bilim adamıydı, simyacıydı ama akşam odasına inince şair Goethe ortaya çıkıyor bütün bu iktisadi hayatı şiirine yansıtıyor. İki şey öğreniyoruz Goethe’den bir, modern devlet  borçla meydana gelen devlettir, borçla elde edilir ve bu 17-18.yy İngiltere’sinin hikayesidir ardından Hollanda ve diğer bütün Avrupa devletlerinin. İkincisi de kağıt para devletin şeytanla yaptığı bir antlaşmadır. Birinci ciltte fert şeytanla yaptığı antlaşma ile kendini kurtarmaya çalışıyordu ama batağa batıyordu. İkinci ciltte devlet kendini kurtarmak için şeytanla antlaşma imzalıyor bu antlaşma kağıt para.’’ Özel, Balzac’ın finansçı tipinden, E. Zola’nın Paris’in Midesi romanından, Andre Gide’nin Kalpazanlar romanından bahsederek örneklerine devam etti. Bizde romanın, hikayenin devamı şeklinde başladığını söyledi. Halit Ziya, Ahmet Mithat Efendi, Yakup Kadri, A. Hamdi Tanpınar gibi isimleri dile getirdi.

Son olarak : ’’Roman Avrupa’nın son 400 yıllık Avrupalı kafasının en önemli icatlarındandır. O kafanın bugünkü haliyle şekillenmesinde o vicdanın bugünkü haliyle ortaya çıkmasında da en önemli faktörlerden biri olmuştur, en azından 1950lere kadar. Bizde roman bir dereceye kadar tuttu. Tam Batılı tarzda roman yazılması hemen hemen imkansızdı. Bana öyle geliyor ki en azından son çeyrek yüzyılda romanın muhatabı olmaya uygun bir toplum haline geldik maalesef. Dolayısıyla bundan sonra romansız edemeyeceğiz onun için toplum bilimcilerin romanı çok iyi kavraması lazım.’’ diyerek romanın, çok önemli bir araç, silah ve dil olduğunu hissettirmeye çalıştı.

Soru cevap kısmıyla sohbet sona erdi.

Düşünce Sohbetleri

İlgili Yazılar
Sayı 1 / Entelektüel
İçindekiler

Haziran 2015

nfk nın para sı üzerine
Sayı 2 / Para
nfk’nın para’sı üzerine

Mayıs 2015

Sayı 2 / Para
krema ve ahlâk

Mayıs 2015