“insani diplomasi önemini yeni idrak ettiğimiz bir kavram”
Kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük insanlık krizlerine şahit oluyoruz. Gerek savaşlar gerekse doğal afetlerden dolayı insanlar ya başka coğrafyalara göç etmek zorunda kalıyor ya da ölümün onları alıp götürmesini bekliyorlar. Yerel ve küresel düzeydeki bu krizler devletlerin önündeki en büyük zorlukların başında geliyor. Birleşmiş Milletlerin rakamlarına göre günümüzde 130 milyondan fazla kişi insani yardıma muhtaç durumdadır. Bu çerçevede BM tarihinde ilk kez düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi’ne ilk olarak 2016 yılında Türkiye ev sahipliği yapmıştır. İnsani yardım denilince ülkemizde ve bölgemizde ilk akla şüphesiz ki Türk Kızılay’ı gelmektedir. 150 yıllık geçmişi ile toplamda 137, son 10 yılda ise 78 ülkeye insani yardım götürmüş bir kuruluş... Suriye iç savaşı ile birlikte Türkiye dünyanın en çok sığınmacı barındıran ülkesi olunca Türk Kızılay’ı da ülkemizdeki geçici koruma altındaki ve diğer kapsamdaki yardıma muhtaç tüm yabancılara insani yardım götüren en büyük kuruluş olarak karşımıza çıkıyor. Bu çerçevede Türk Kızılay’ı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık ile göç, insani yardım ve Türk Kızılayı’nın faaliyetleri üzerine hasbihal ettik.
Ülkemiz özelinde insani yardım konusunun, özellikle Soğuk Savaş sonrasında yumuşak güce dayalı kamu diplomasisine dair çalışmaların yoğunlaşması ve 2000’lerle birlikte hız kazanarak devam etmesiyle beraber yürüdüğünü görmekteyiz. Türkiye’de yürütülen insani yardım faaliyetlerinin hem tarihi referanslardan beslendiğini, vicdani boyutunun olduğunu hem de kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları eliyle yürütüldüğü bilinmekte. Bu kapsamda, Türkiye’nin insani yardım alanında bugüne kadar katettiği yolu, ve stratejisini kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları özelinde kısaca anlatabilir misiniz?
Sizin de soruda dediğiniz gibi Türkiye’nin insani yardım geleneğinin beslendiği önemli bir tarihi damarı var. Türk-İslam geleneğinde “Ensar” olmak önemli bir tuğladır. Muhacire kapı her durumda açılır, elde avuçta ne varsa paylaşılır. En önemlisi de aslında onun “acısı” paylaşılır. Türkiye’nin modern insani yardım çalışmalarının temelinde de aslında “acıyı” paylaşma davranışı öne çıkmaktadır. Dünyanın birçok ülkesi, ihtiyaç sahibi birçok ülkeye az ya da çok yardım yapmakta ancak bu yardımlar çoğu zaman “mekanik” bir tarzı aşamamaktadır. Yardım kuruluşları karargâhlarından yardımı organize etmekte, o büyük acıyı yaşayanlara gerçekten fiziken dokunmamaktadır. Oysa insan zor durumdayken başka bir insanı yanında görmek ister. Türkiye işte bunu yapıyor. Acı yaşayan insanlara gerçekten dokunuyor, yaralarını sarıyor.
İnsani yardımların elbette gelişmişlik ile yani refah ile doğrudan bir bağlantısı var. Ülkemizde son yıllarda artan refah düzeyi, insani yardıma bireysel olarak da devlet olarak da ayrılan payı artırdı. Daha önce sadece bir felaketin ardından kısmi bir yardım gönderen Türkiye yerine artık, kalkınma projelerini hayata geçiren, uzun dönemli çalışmalar planlayan bir Türkiye ve bu Türkiye’nin insani yardım örgütleri var.
Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Göç sayısında...