Düşünce Dergisi > Arşiv > Sayı 15 / Din |

bilgi teorisi açısından egemenlik kavramının inşasında eylem ve düşünce

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Yirminci yüzyıl boyunca birçok sosyal teorisyen tarafından Gramsci’nin anlam sınırlarını çizdiği haliyle egemenlik (hegemonya) kavramı, baskın grubun kültürel müdahale ile toplumu istenilen düzene sokma biçimi olarak kabul edilmiştir. Hatta yüklenen bu anlam yeni düşünsel açılımlar için veri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Artık egemenlik, Hobbesçu yaklaşımdaki düzen oluşturma için gerekliliğin tersine sadece diğerlerinin özgürlük alanına hükmetme aracı olarak anılmaktadır. Aslında bu anlamlandırmada kapitalist egemenlik biçimi, egemenlik kavramının genel çerçevesi ve anlamı olarak takdim edilmektedir. Böylece egemenlik, kapitalizmin tahakkümcü “demir kafes” yapısına dönüşmesi olarak sunulmaktadır. Yapılan genelleme sonucunda egemenlik, başkasına kendisi olmayı engelleme pahasına hükmetme anlamına indirgenmektedir. Oysa kapitalist egemenliğin, yalnızca egemenlik kavramının kendine özgü bir kullanım biçiminden ibaret olduğunun belirtilmesi gerekir.

Eğer tüm egemenlikler olumsuz ve dolayısıyla “kötü” olan bir baskı kavramı ile açıklanacak olursa bu, bizzat anlamın kendisinin yanlışlık üzerinden elde edilmesine yol açacaktır. Egemenlik kavramının çağdaş kapitalist örgütlenme ile bir tutulması bir yanlışın kavrama bizzat egemen olmasını sağlamaktadır. Zira egemenliğin başkalarının veya diğerlerinin özgürlük alanını ihlal ettiği öne sürülerek ona karşı çıkılmaktadır. Gerçekte ise egemenlik ve dolayısıyla hükmetme bir başına olumsuzluk olarak düşünülemez. Bunu örnekle gösterecek olursak sözgelimi kişinin kendi iradesi ile bir yazı yazması da harflere hükmetmesidir. Ya da insanın konuşması bile kelimeye belli ölçüde hükmetmesidir. Şairin şiirinde kelimeleri seçmesi de bir hükmetmedir. İstediği kelimeleri seçmesi ile şair, kelimelerin anlamına hüküm koymaktadır. Kavram icat eden bir kişi de bir anlama hükmetmekte ve egemenlik sınırı çekmektedir. Demek ki egemenliğin kendisi başlı başına olumsuz ya da kötü olarak nitelendirilemez. Öyleyse egemenliğin olumsuz bir şekilde artık mutlaklaştırılmış “kötü” olarak takdimi kavramın anlamını bozmakta ve çarptırmaktadır.

Egemenlik kavramının anlamını bozmanın sadece toplumsal örgütlenme düzeyinde bir karşılığı da bulunmaz. Anlam bozulduğunda artık o, ilişkili olduğu bilimsel, kültürel ve düşünsel boyutlar başta olmak üzere her alana nüfuz eder. Sözgelimi bilimsel bilgide Kuhn’un anlam yüklediği haliyle paradigma kavramı pozitivist ilerlemeci düşüncenin karşısına sert bir şekilde çıktığında sadece pozitivizmin iddia ettiği haliyle bilimsel bilgiye yüklenen nesnellik iddiasını karşısına almamıştır. Nesnellik iddiası pozitivist bakış içinde bilimsel düşüncenin egemenliği olarak değerlendirildiği için Kuhn’un açıklamasında bir egemen paradigmanın her devirde bilimsel perspektife yön verdiği iddia edilmiştir. Kuhn’un paradigma kavramına yüklediği anlam sırasında her ne kadar egemenlik negatif olarak sunulmasa da sonuçta paradigma kavramı ile her hakimiyetin yani bakış açısının aynı önemde ya da önemsizlikte eşitlenmesi fikrinin sorgusuzca kabul edilmesini gerektirmiştir. Bu kabul ediş aynı zamanda bilimsel bilgide nesnel bir doğru fikrinden ziyade doğrunun göreli olduğuna, paradigmadan paradigmaya değiştiğine işaret etmektedir. Burada Kuhn’un paradigma kavramına yüklediği anlamın içinin doldurulmasına bizzat egemenlik kavramına yüklenen anlam eşlik etmektedir. Böylece Kuhn’un düşüncesinde egemenlik, negatif bir anlam olarak kabul edilmese bile önem atfetmeye değmez hale dönüşmektedir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...