Türkiye’de üniversitenin tarihi yazılırken Türkiye’nin geçirdiği siyasi dalgalanmalar göz ardı edilemez. Üniversitenin siyaset ile kurduğu yakın ilişki, değişen iktidarların bir önceki tarafından atanan kadroları değiştirme isteğine ve yaşanan siyasi kırılmaların üniversiteye de yansımasına neden olmuştur. 1900lü yıllardan başlayarak üniversite ve siyaset arasındaki yakın ilişkiyi gözlemlemek mümkündür. İttihat ve Terakki Partisi’nin Darülfünun’a gelme teklifini fırkanın üniversiteye karışmaması koşuluyla kabul eden Ziya Gökalp, daha o yıllarda üniversite ile siyaset arasında kurulması gereken ilişkinin, diğer bir deyişle korunması gereken mesafenin önemli olduğunu göstermektedir. Prof. Dr. İsmail Coşkun ile Türkiye’deki üniversitenin geçirdiği dönüşümleri, geçmişten bugüne üniversite ve siyaset arasındaki ilişkiyi, üniversite tarihinde yaşanan kırılmaları ve bu kırılmaların üniversite üzerindeki etkisini konuştuk.
Türkiye’de üniversite tarihini yazmaya nereden başlamak gerek? Milat neresidir?
Öncelikle şunu söyleyeyim üniversite modern dünyaya ait bir girişimdir, 19. yüzyıldan itibaren kurumlaştı. Ulus devlet ile birlikte özellikle doğa bilimlerinde yakalanan bir başarı var, konusu üzerinde etkin olma var, bunun yarattığı başarılı çıktılar var. Modern üniversiteye ilk öncülük edenler sosyal bilimcilerdir. Üniversitede tüm bilimler; doğa bilimleri ile beşeri bilimler bir arada olmak zorundadır ve bu üniversiteyi bilimsel araştırma yapmak üzere modelleyen sosyal bilimcilerdir. Bunlar doğa bilimlerinin performansından, o başarının yarattığı etkiden yararlanarak, sistemin içine alarak olmuştur. Temel bilimlerde yüksek bir başarı var ve bu başarının ardından 19. yüzyılda sosyal bilimciler kurumsal bir yapıya ihtiyaç olduğunu dile getirdiler. Her ne kadar günümüzde, geçmişteki Rönesans’a kadar veya Ortaçağ’daki kilise okullarına kadar giden üniversite tarihlemeleri olmakla birlikte modern üniversite 1789 Fransız İhtilali ve 1800’lerin başındaki Endüstri Devrimi’ne müteakip Batı Avrupa’da ortaya çıkan uygulamalar bütünüdür.
Bizdeki hikâyeye gelince üniversite bizde ancak dördüncü teşebbüste hayata geçmiştir. Şimdi çeşitli kurumlarımızın tarihine bakınca Mühendishane, Ordu Mektepleri, Sanâyi-i Nefîse Mektepleri anlamında oluşumlar var. Bunlardan hareketle çağdaş üniversite tarihi bu döneme kadar gider ancak Türkiye’de modern üniversite dördüncü teşebbüste, 1900’de Sultan II. Abdülhamid tarafından kurulan üniversitedir. Bizim kuruluş tarihimiz 1900’dür. Ancak 1950’lerde yurtdışına giden bir hocamız, orada radikalliğin ve yeni olmanın değil de kadim ve gelenekli olanın daha bir itibar gördüğünü görünce, “Biz de Bizans’tan bu tarafa üniversiteyiz” değerlendirmesini yapar. Ancak Bizans’tan beri üniversiteyiz demekten muhtemelen utandıkları için 1453 İstanbul’un fethi ile başlatırlar İstanbul Üniversitesi’nin tarihini. Bu üniversite tarafından kabul edilmiş bir resmi tarih olmakla birlikte modern üniversite 1900’de kurduğumuz üniversite dir. Bu konuda en iyi metinler Cumhuriyetin 50. yıldönümü dolayısıyla fakültenin ve üniversitenin ayrı ayrı yayımladığı, Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan kitaplarında vardır. Orada Cengiz Orhonlu’nun uzun yazısında üniversitemizin tarihi söz konusudur. Burada 1453 ibaresi vardır ve üniversitemizce resmî kabul edilmiştir. Ancak Fatih’in Sahn-ı Semân medreselerinin kuruluş tarihine baktığımızda 1453 değil daha sonradır, 1470ler civarıdır. Dolayısıyla Fatih’in kurduğu medrese klasik İslam düşünce bilim geleneği içinde tamamıyla farklı bir zihin kategorisinde modellenmiştir. Diğeri modern şartların, 19. yüzyılın ulus devletin ve Endüstri Devrimi’nin getirdiği şartlar içerisinde; seküler, din dışı temelde modellenmiş bir üniversitedir.
1900’de biz bu modern üniversiteyi kendi geleneksel kültür mirasımızla ilişki içerisinde kurduk. Bu anlamda modern üniversite olduğu gibi transfer edilmemiştir. Türk üniversite tarihinin nereden yazılması konusunda ikinci bir tartışma daha var. 1933’te erken Cumhuriyetteki radikal uygulamalarla, çeşitli alanlarda gerçekleştirilen devrimler var. Bunlardan biri de üniversite devrimidir. Ancak bütün devrimler sayılır, açıklanır, kutlanılırken, üniversite inkılabı ağır hasar yarattığı ve travmatik sonuçları olduğu için üniversite devrimi olarak pek zikredilmez. 1970’lerde Atatürk Üniversite Reformu olarak adlandırılmaya başlandı. Bu 1933’te erken cumhuriyet döneminde, 1900’de kurduğumuz ki güçlü bir üniversitedir, donanımlı bir üniversitedir ve 1933’te de güçlü bir üniversiteydi, donanımlı bir üniversiteydi. Nasıl donanımlı olduğunu da anlatacağım size.
Önce 1933 Reformu ile birlikte eski üniversite yapısı tasfiye edildi. Yeni üniversiteyi kuran devrin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, Andımız’ın da yazarıdır, der ki “Bu üniversite yeni bir üniversitedir. Eski Darülfünun ile bir alakası yoktur.” Dolayısıyla eski ile ilişkisini radikal bir biçimde keser. Oysa tarihle ilişki kesilmez, kesilemez. Kültürle ilişki kesilemez. Coğrafya ile ilişki kesilemez. Coğrafya, tarih ve kültür topluma içkindir. İlişkiyi kestik dersin, bütün coğrafya üzerine yığılır. Tarih ile ilişkiyi kesersin, bütün tarih seni biçimlendirmeye devam eder, kültürden de arınamazsın. On yıl geçmeden dönemin güçlü isimlerinden Prof. Dr. Cemil Birsel üniversite tarihini yazar. Aynı çizgide, radikal modernleşmeci entelektüel bir bilim insanıdır Cemil Birsel. Onun yazdığı tarih, tekrar eski Darülfünun ile ilişki kurar. Yani başa gitmek zorunda kalır. Ziraat Bankası’nın kuruluşunu 1923’ten sonra başlatamazsın, Mithat Paşa ile başlar, onun gibi düşünün. Dolayısıyla Türk üniversite tarihi yazılacaksa eskilerimiz de bunu böyle yaptılar. Cengiz Orhonlu, Şehabettin Tekindağ 1900 üniversitesini modern, bütünsel bir yapı olarak merkeze aldı. Dolayısıyla 1933’teki yeni olarak tanımlama, tarihi oradan başlatma girişimi sonuçsuz kalmıştır. Dolayısıyla bana göre Türk üniversitesi modern bir teşebbüs olarak 1900’de Sultan Abdülhamid tarafından kurulmuştur ve iyi ve güçlü bir üniversite olarak kurulmuştur.