Ülkemiz 15 Temmuz’da büyük bir badireden küçük sayılabilecek bir bedelle kurtuldu. Bu darbe girişiminin önceki askerî darbelerden farkı, dinî temelli sivil bir yapının asker uzantıları tarafından gerçekleştirilmiş olmasıydı. Kendini “Hizmet Hareketi” olarak adlandıran, toplumda “Gülen Cemaati” olarak tanınan bu dinî grup, nasıl oldu da resmen FETÖ denilen bir suç örgütüne dönüştü ya da bağrında böyle bir suç örgütünü besleyip büyüttü? Bir dinî grup nasıl oluyor da bırakınız dini, insanlığa sığmayacak işleri yapabilir hale geliyor? Üstelik -birkaç yıl öncesine kadar- bu grubun genel görüntü itibarıyla tüm dinî grupların vitrini en güzel, en şık, en modern olanı, en saygı duyulanı, en güzel hizmetler yaptığı düşünüleni, gelmiş geçmiş siyasî iktidarlar tarafından en fazla destekleneni olduğunu da unutmamak gerekiyor.
İşte bu noktada can sıkıcı bir soru karşımıza çıkıyor. Ya diğer dinî gruplar? Yarın şartları oluşursa onlar da böyle işlere yönelebilir, bir suç örgütüne dönüşebilirler mi? Onlar da potansiyel birer suçlu sayılabilirler mi? Belki şimdiden bizim bilmediğimiz, günü geldiğinde ortaya çıkacak suçlara bulaşmışlar mıdır? Ülkemizde bugün kimi çevreler, bu sorulara ön yargı ve peşin hükümle “Evet” cevabını vermekte ve bu grupları nasıl tasfiye ederiz hesapları yapmaktadırlar. Böyle bir zeminde Türkiye’de dinî grup yapıları üzerinde düşünmek ve onları kendileri üzerinde düşünmeye davet etmek önem kazanmaktadır.