“Sahîh bir dünya tasavvuru için, asgarî şart, dakîk bir dildir!”
Düşünce Dergisi olarak, beşinci sayımızın dosya konusunu “dil” olarak belirledik. İlimin dil ile olan münasebetini İhsan Fazlıoğlu ile konuştuk…
İlimlerin teşekkülü ile ıstılahların teşekkülü arasında nasıl bir irtibat vardır?
Bu tür sorularda söyleşiye öncelikle üzerine konuşacağımız gerçeklik küresini, dolayısıyla nesne-alanımızı tespitle başlamalıyız. Bu tavır, yüklemelerimizin, mutâbık olmasa da en azından muvâfık oldukları içeriğin tayini açısından elzemdir. Gerçeklik küremiz tarihtir; çünkü büyük ölçekte dil küçük ölçekte de ilimler ve ıstılahları insan irade ve ihtiyarının tecessüm ettiği tarihte varlığa gelirler. Öyleyse "ilimlerin teşekkülü ile ıstılahlarının teşekkülü" için tarihteki örneklere bakmak gerekir. Bu gayet doğal çünkü bir dilin grameri ancak konuşulan bir dilin grameridir. Bu nedenle konuyla ilgili modellemelerimiz bu tarihî örneklerin bir tür yorumu olacaktır; hatta olmalıdır.
Bu çerçevede, örnek olarak, hem İslâm temeddününde hem de Batı medeniyetinde ilimlerin teşekkülü ile ıstılahları arasında olmaz-ise-olmaz bir ilişki mevcuttur. Kudemanın deyişiyle, bir bilim dalı büyük oranda o bilim dalının ıstılahları demektir; ve dahi bir ilmi öğrenmek biraz da o ilmin ıstılahlarını öğrenmek anlamına gelir. Çünkü bir ıstılah ait olduğu ilim dalının gerçeklik küresinde tespit edilen bir olgu ve olayı, etkinliği ya da ilişkiyi adlandırmak için üretilir. Öyleyse her ıstılah bir olguyu, olayı, etkinliği, ilişkiyi ya da bunların birkaçını birlikte içerir. Istılahları muhtevalarıyla, dolayısıyla mefhumlarıyla idrâk ettiğinizde muhtevi olduğu yapıları da idrak etmiş olursunuz; buna da kavram diyoruz zâten; yani içerik/resim ile sözcüğün birlikteliği...
Istılah bir de sözlük anlamının içerdiği üzere aynı ilim dalında iş gören insanların anlaşma, bildirişme, kısaca iletişim zeminidir çünkü ancak aynı ıstılahlarla konuşan insanlar anlaşabilirler. Istılahı olmayanın sulhu de bulunmaz çünkü... Çünkü, ıstılah yani terim sınır demektir isim gibi... Sınırları olmayan sınırlandırılamaz; sınırlandırılamayan tanımlanamaz; tanımlanamayan da bilinemez. Herhangi bir gerçeklik küresindeki nesnelere ilişkin bilmenin en küçük birimi bu nedenle ıstılahlardır... ki, ıstılah yani tasavvur olacak ki, önerme kurabilesiniz, yargıda yani tasdîkte bulunabilesiniz...
Farklı ilimlerin farklı ıstılahları ve farklı meselelerinin olması, farklı dilleri olduğu anlamına gelir mi? Yoksa aynı dili farklı şekillerde mi konuşmaktadırlar?
Bu sorunun yanıtı hem bilgi(ilm) hem de bilim dallarına (ulûm) yüklediğiniz anlamlar ile çok sıkı ilişkilidir. Neyi ölçüt aldığınız ile ilgili yani... Özellikle "ilimleri ne farklı kılar?" sorusunun cevabı verilmelidir. İlimleri hangi ölçüte göre farklılaştırıyoruz? Kısaca ilimleri neye göre sınıflandırıyoruz ki meselelerini de birbirinden tefrik edebilelim? Bu sorunun kadim ilim geleneğimizde ilimlerin sınıflandırılması ile ilgili olduğunu biliyoruz. Filozof Taşköprülüzâde tarihte ilk defa bağımsız olarak kurduğu bu disiplini metafizik ilminin altında inceler ve ilm tekâsimu'l-ulûm olarak adlandırır; çünkü taksîm, tasnîf ve tertîb sözcükleri arasında ciddi farklar vardır. Kendisi Varlık kavramını merkeze alarak ilimleri sınıflandırdığı için ayrımını zâti kabul eder; dolayısıyla sınıflandırmasını, taksîm başlığı altında verir. Kısaca ilimleri tefrîk ciddi bir iştir; varlık - bilgi - değer çanağına ilişkin derin bir idrake dayanır ki bu da o kültür ve medeniyetin metafizik çanağı demektir.
Bu açıdan bakarsak kadim geleneğimizde her bir ilim dalının tanımı, konusu, sorun alanı, amacı ve faydası vardır. Bu nedenle zaten ilim dallarının meseleleri yani sorun alanları birbirinden farklıdır; olmalıdır ki tasnif edilebilsinler. Aynı meselelerle ilgilenen değişik bilim dallarının farklılıklarını da, meselelerini ele alışlarındaki haysiyetleri, cihetleri ya da meselelerini ispat tarzları yaratır. O halde hem nesne alanının (konu) değişik olması hem aynı konunun muhtelif haysiyetler ve cihetlerden ele alınması hem de temellendirme ve ispat tarzlarının başkalığı ilimlerdeki farklılıkların nedenleridir. Istılahlarla konuşursak, ilimleri mevzuları, mahmulleri ya da burhanları arasındaki farklılıklarla taksîm ve tasnîf ederiz. Bu konuyu, bilebildiğim kadarıyla el-Livâu'l-merfû fî hall mebâhisi'l-mevzû adıyla müstakil bir metin kaleme alarak, en ayrıntılı inceleyen Taşköprülüzâde'dir.
Istılah ile dil sorununa gelince... Her ilim dalının dili ya günlük dilin özel bir kullanımına dayanır ki herhangi bir ilim dalındaki bu özel kullanımının yarattığı kavramsal muhteva o sözcüğü, günlük dildeki içeriğinden farklılaştırır ya da mantık ve matematik gibi notasyon ve sembollerden oluşan yapma bir dil anlamayı ve anlaşılmayı mümkün kılan yeni bir referans dizgesi oluşturur. Bu nedenle her bir ilim dalı kendine hâs ıstılah dağarcığı ile yeni bir semantik alan oluşturur; o kadar ki bazen bu semantik alan içindeki sentaks bile değişebilir çünkü semiotik ilişkiler farklılaşmıştır. Düşüncenin katmanları vardır; birinci, ikinci, üçüncü dereceden gibi; dolayısıyla her bir derecedeki düşünceyi ifade eden bir de dil mevcuttur; birinci, ikinci, üçüncü dereceden dil gibi... Bu da dediğimiz gibi ya günlük dilin farklı bir kullanımından elde edilir ya da yeni bir dil icat edilerek giderilir...
Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Dil sayısında...