Bir milleti millet yapan en önemli unsurlardan biri dilidir. Bu cümle önemli bir hakikati ifade ettiği için dil konusu ile ilgili hemen her yerde tekrar edilir. Çünkü dil, bireyler arasında iletişimi sağlayıp onların günlük ihtiyaçlarını karşılamak yanında o milletin kültür ve ait olduğu medeniyet dairesine ilişkin bütün birikimini gelecek kuşaklara taşır. Bir manada, milletin devamlılığına hizmet eder. Bu sebeple dil üzerinde titizlenmek gereklidir. Sürekli değişerek gelişen dilin zenginliğini ortaya çıkarmak için ilgili kurumları-kişileri görevlendirmek, doğru sesletimini sağlamak, işlenmesi ve incelmesi için sanatçıları teşvik etmek, genç kuşaklara öğretimi için uygun metotlar kullanmak, konuşulduğu ülke dışında farklı coğrafyalarda korumak ve yaygın olarak konuşulmasını sağlamak gibi çok farklı alanlarda aşırı duyarlı olmak gerekir. Doğal bünyesini bozacağı için dile aşırı müdahaleden kaçınmak yanında bilimsel gelişmeleri izleyerek yeni kavramlara karşılıklar bulmak ve yabancı dillerden yapılan çevirilerde dilin doğal kullanımını korumak da dikkat edilmesi gereken hususlar arasındadır. Dil konusunda bu hassasiyetlere sahip olmamanın neye sebep olduğunu görmek için tarihe şöyle bir bakmak yeterlidir.Bir milleti millet yapan en önemli unsurlardan biri dilidir. Bu cümle önemli bir hakikati ifade ettiği için dil konusu ile ilgili hemen her yerde tekrar edilir. Çünkü dil, bireyler arasında iletişimi sağlayıp onların günlük ihtiyaçlarını karşılamak yanında o milletin kültür ve ait olduğu medeniyet dairesine ilişkin bütün birikimini gelecek kuşaklara taşır. Bir manada, milletin devamlılığına hizmet eder. Bu sebeple dil üzerinde titizlenmek gereklidir. Sürekli değişerek gelişen dilin zenginliğini ortaya çıkarmak için ilgili kurumları-kişileri görevlendirmek, doğru sesletimini sağlamak, işlenmesi ve incelmesi için sanatçıları teşvik etmek, genç kuşaklara öğretimi için uygun metotlar kullanmak, konuşulduğu ülke dışında farklı coğrafyalarda korumak ve yaygın olarak konuşulmasını sağlamak gibi çok farklı alanlarda aşırı duyarlı olmak gerekir. Doğal bünyesini bozacağı için dile aşırı müdahaleden kaçınmak yanında bilimsel gelişmeleri izleyerek yeni kavramlara karşılıklar bulmak ve yabancı dillerden yapılan çevirilerde dilin doğal kullanımını korumak da dikkat edilmesi gereken hususlar arasındadır. Dil konusunda bu hassasiyetlere sahip olmamanın neye sebep olduğunu görmek için tarihe şöyle bir bakmak yeterlidir.
Türkçe, bilindiği gibi, yazılı geçmişi çok gerilere giden; dünyada konuşur sayısı çok fazla olan diller arasındadır. Hatta bazı görüşler, Türkçenin yazılı tarihini Sümerceye kadar dayandırır. Doktora tezi ve makalelerle Türkçe Sümerce arasında sözdizimi, biçimbilim olarak ortak yanlar ile ortak sözcükler bulunduğu kanıtlanmaya çalışılır. Bu çalışmalar görmezden gelinse dahi, yani Türkçenin bilinen en eski yazı diliyle bağlantısı kabul edilmese bile, Türkçe yazılı eserlerini bugün dünyada yaygın olarak konuşulan pek çok dilden daha önce vermiş olan bir dildir. Ayrıca Türkçe, dünyada konuşur sayısının çokluğu bakımından yapılan en kötümser sıralamalarda bile ilk on beşte yer alacak kadar yaygın bir kullanıma sahiptir. Dolayısıyla Türkçe; geçmişi, konuşur sayısı, yüzyıllar boyu oluşturduğu birikimi ile bugün medeniyet dilleri olarak anılan dillerle yarışacak durumdadır ve eski dönemden bugüne zaman zaman kendi öz değeri, kullanım biçimleri ile öne çıkarak; zaman zaman bir imparatorluk dili olması sebebiyle geriye düşen görünümlere sahip olarak kendini hep korumuş ve geliştirmiştir.
Üç kıtaya hükmetmiş olan Osmanlıda Batılılaşmaya başlanan dönemde, resmî yazışmalarda kullanılan dilin mi yoksa halk tarafından konuşulan dilin mi Türkçe olduğu; Türkçenin geçmişinin nereye dayandığı; özünün ne olduğu; hangi yöntemlerle geliştirilebileceği gibi konular üzerine tartışmalar başlar. Çünkü Devlet-i Aliye-i Osmaniye, yüzünü döndüğü Batının benzer tartışmaları kendi dilleri ve kültürleri için daha önceden yapmış olduğunu görür ve Batıda milliyetçi dürtülerle dil üzerine yapılan bu çalışmaların ulus inşa etmede önemli bir araç olduğu kanısına varır. Biraz Batıdan görerek biraz tarihî, sosyal şartların zorlaması ile başlayan bu tartışmalar; Tanzimat, Servet-i Fünun ve Millî Edebiyat Dönemi’nde artarak devam eder. Kendini Türk ve/veya Müslüman kabul etmeyen unsurların Osmanlıdan ayrıldığı, devletin yavaş yavaş dağıldığı ve artık Osmanlının asıl kurucu unsuru ile yapayalnız kaldığı dönemlerde “Bizim tarihimiz ne, biz kimiz, dilimiz ne?” tartışmaları iyice artar. Bu dönem, aşağı yukarı Osmanlının son on yılı ile Cumhuriyetin ilk yıllarına rastlar. 1932’de Türk Dil Kurumunun açılmasıyla Türkçe, tarihi boyunca görmediği ilgiyle karşılaşır ve tanık olmadığı yoğunlukta tartışmalara konu olur. Bu çalışmaların fitilini ateşleyen, Türkçeyi özleştirme çalışmalarıdır. Fakat bunun yanında Türkçenin tarihi, nasıl bir dil olduğu, dil bilgisi, söz varlığına dair çok farklı alanlarda sayısız çalışmalar yapılır. Kanımca bu dönemde başlayan çalışma ve tartışmalar -özleştirmedeki aşırı tutum bir kenara bırakılırsa- Türkçenin istikbali açısından faydalı olmuştur.
Bir dille ilgili hangi konular üzerinde durulması gerektiği söz konusu edildiğinde o dilin; geçmişi, değişimi, gelişimi, ağızları, standartlaşması, zenginliği, edebiyattaki kullanımı, doğru kullanımı-yazımı-sesletimi, bozulması, ana dil veya yabancı dil olarak öğretimi, başka dillere çevrilmesi, kendi siyasi coğrafyası dışında kullanılması gibi farklı konular akla gelir. Bunlara, tabii ki daha başkaları da eklenebilir. Bu konulardan sadece biri detaylandırılarak onlarca alt konuya bölünebilir. Dolayısıyla yukarıda sayılan konular etrafında Türkçe ile ilgili değişik çalışmalar yapılabilir. Yani Türkçe için konu zenginliğinin farkındayız. Çünkü Türkçe sadece bir yanı ile bugün yedi bağımsız ülkenin dilidir. Bunların birbiri ile ilişkisi bile başlı başına uzun yıllar alacak çalışmaların konu edilebilir. Meşhur deyimi ile ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar’ geniş bir coğrafyada konuşulan Türkçe ile ilgili konu sıkıntısı çekilmeyeceği meydandadır. Bu sebeple biz, geniş coğrafyadaki Türkçeye değil; Türkiye Türkçesine odaklandık. Bazı konular belirledik. İstedik ki odak konularımızı, bu alanda yetişmiş; bu konular üzerine çalışan-kafa yoran; bunları kendine mesele edinmiş uzmanlara soralım. İşte bu sebeple;
Prof. Dr. Baki Asiltürk’ten günümüz Türk şiirinde Türkçenin hangi zenginlik-çeşitlilikte ortaya konduğunu detaylandırmasını; Prof. Dr. Bayram Baş ve Dr. Emine Ulu’dan teorik olarak ilkokul ve ortaokulda Türkçe dil gelişiminin doğru, etkili ve güzel olması için yapılması gerekenlerin ne olduğunu ifade etmesini; Prof. Dr. Murat Elmalı’dan dillerin nasıl değiştiğini, dil değişimine nasıl bakılması gerektiğini, diller için bir bozulmadan bahsedilip bahsedilemeyeceğini açmasını; Doç. Dr. Emine Atmaca’dan Türkiye Türkçesi ağızları, bunlara dair çalışmalar ile ağız araştırmalarının önemini açıklamasını; Dr. Ali Sait Yağar’dan Prof. Dr. Hayati Develi ile başlangıcından bugüne Batı Türkçesinin serüvenine değinmesini; Dr. Merve Ergüt’ten İnternet döneminde Türkçe ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususların altını çizmesini; Doç. Dr. Mehmet Yalçın Yılmaz’dan 90. yılında Türk dil devriminin muhasebesini yapmasını; Doç. Dr. Necmettin Özmen’den zengin bir Türkçe için neler yapılabileceğini anlatmasını; Doç. Dr. Enfel Doğan’dan Batı kökenli bazı kelimelerin yazımına dair önerilerde bulunmasını; Prof. Dr. Kâzım Yetiş’ten İstanbul Türkçesi ve standart dilden ne anlaşılması gerektiğini açıklamasını; Doç. Dr. Bekir İnce’den Prof. Dr. Cemal Yıldız ile Avrupa özellikle Almanya’daki Türkler ve Türkçenin durumu-kullanımını ifade etmesini; Dr. Öğr. Üyesi Sine Demirkıvıran, Arş. Gör. Meltem Kılıç, Arş. Gör. Semanur Ağca’dan çeviri dilinin zorlukları ve Türkçe Almanca çevirilerde karşılaşılan sorunları yazmasını; emekli TRT Spikeri Harun Yöndem’den Türkçenin konuşma dili olarak kullanımına dair dikkat edilmesi gerekenleri belirtmesini; Doç. Dr. Emrah Boylu’dan ise Türkçenin yabancı dil olarak öğretimini çeşitli boyutlarıyla ele almasını istedik. Düşünce Dergisi'nin belirlenen sınırları içerisinde ancak bu kadar konu ve yazara söz verebildik. Bu çalışmaların Türk düşünce hayatına katkı sunması dileğimizle.
Şimdi sözü yazarlara bırakalım…