İlmi bilgilerin genişletilmesi ve yeni fikirlerin üretiminin arttırılmasını hedefleyen Düşünce Dergisi, yazar ve okurun bir araya geldiği “Düşünce Dergisi Sohbetleri”nin sekizincisini gerçekleştirdi. KOCAV Erol Güngör Kültür Merkezi Ömer Lütfi Mete Salonu’nda 11 Kasım 2017 tarihinde gerçekleşen sohbete İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel konuk oldu.
“Tarihin değişmez akıntısı: göç” üst başlığıyla “Türkiye’ye Son Dönem Göçler ve Suriyeliler” konulu sohbete Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel göçmelere bakışımızın nasıl olduğu sorusuyla başladı. Aslında hepimizin göçmen olduğunu dolayısıyla göçmenlere nereden gelmiş olursa olsun düşman gözüyle bakılmaması gerektiğini söyledi. “Bizim gözümüzde göçmen demek muhacir demektir, göçmen veya muhacir dediğimiz bu kişiler bizim yabancı olarak gördüğümüz kimseler değildir” diyerek sözlerine devam etti.
Daha sonra göçmen, muhacir ve mülteci kavramlarının tanımını Doç. Dr. Adıgüzel şu şekilde dile getirdi: “Bizim dilimizde göçmen muhacir demek, hepimizin evinin yakınında bir göçmen mahallesi mutlaka vardır. Bizim göçmen, muhacir dediğimiz kişiler bizim için yabancı kişiler değiller. Ancak mülteci kavramı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra karamsarlaştırılmış, Birleşmiş Milletlerin, Mülteci Yüksek Komiserliğini kurmasıyla gündemimize gelen bir kavramdır. Kendi ülkesinin korumasından faydalanamayan kişilerin başka bir ülkeye sığınması ve başka bir ülkeden koruma talep etmesi o ülkenin kabul etmesi gibi daha teknik bir tanımı var. Ama bizim ülkemizdeki göçmen veya muhacirler mülteci dediğimiz insanlar gibi görünmüyor. 1951’de Birleşmiş Milletlerin, mültecilik sözleşmesi adında, Türkiye’nin de taraf olduğu bir sözleşmesi var. Bu sözleşmenin coğrafi kısıtlama adında, yalnızca 1951 yılından önce Avrupa’da meydana gelen olaylardan dolayı ülkesini terk edenlerin mülteci tanımına girdiğine dair bir şartı var. Daha sonra 1965’te yeni bir sözleşme imzalanıyor. Burada 1951 şartı kaldırılıyor, 1951’den sonra da mülteci olunabilir ve coğrafi şart kaldırılıyor, Avrupa’da meydana gelebileceği gibi dünyanın her yerinde meydana gelebilir şeklinde değiştiriliyor. Ama Türkiye 1951 yılı kavramını çıkartsa da, ancak Avrupa’dan gelenlerin mülteci olabileceği şartını kaldırmıyor. Dolayısıyla mülteci olabilmek için yasal statü olarak Avrupa’dan Türkiye’ye gelip sığınma talep etmiş olmak gerekiyor. Dolayısıyla Asya’dan Afrika’dan gelenler mülteci statüsü alamıyorlar burada. Göçmen kavramı ise mültecilikten farklıdır. Çünkü yasal olarak baktığımızda hem 1934, hem 2006 tarihli iskân kanunumuzda, göçmen iki kategoriye ayrılıyor. Bir tanesi Türk soyundan gelmek, diğeri de Türk kültürüne ait olmak. Göçmen olabilmenin şartları bunlardır.”
Sohbet soru-cevap faslı ve seminere katılanların katkılarıyla sona erdi.