Adalet ve Ahlâk`ın Ontolojik Kardeşliği
İlk bakışta “adalet ve ahlâk” kavramlarıyla veya daha genel olarak “hukuk ve ahlâk” arasında birebir ayniyet veya sıkı ilişki kurmak, hukuk bilimiyle ilgili olmayanlar için uzak bir bağlantı girişimi denemesi olarak görülebilir. Toplumdaki ilişkileri düzenleyen “sosyal düzen kuralları”, hukuk, ahlâk ve görgü kuralları olarak “hukuk başlangıcı” veya “hukuka giriş” kitaplarında anlatılır. Hukuk fakültesinden mezun olanlar, ahlâk kuralları ve hukuk kuralları arasındaki farklılığı uzun uzadıya anlatan bu kitapların temel bir hatasından payını almaktadır. Bu hata, birkaç cümleyle özetlenebilecek kadar basittir aslında. Buna göre, hukuk ve ahlâk birbirinden bütünüyle ayrı alanları düzenleyen ve yaptırım güçleri bakımından birbirinden tamamen ayrılan, biri insanın iç dünyasını, diğeri ise dış dünyayı düzenleyen kurallar olarak tanımlanır. Bu yaklaşımı özetle bu şekilde toparlamak mümkün. Bu belirlemeler kısmen doğru tespitleri içerse de, bu ayrım zannedildiği kadar kolay ve keskin değildir. Bu temel belirlemelerden sonra, toplumun geneline hakim olması gereken “hukuk” ile “ahlâk” arasında aslında sadece lunduğunu söylemek gerekir.
Bir ahlâk kuralı, eğer hukuk kuralına dönüşmüş ise, artık o kuralı bir ahlâk kuralı değil, sadece bir “hukuk kuralı” olarak kabul etmek mantıklıdır. Bir hukuk normuna dönüşmüş olan ahlâk kuralları, mesela hırsızlık yapmama veya “ana-babaya bakma yükümlülüğü” hem ahlâk hem de hukuk tarafından aynı anda düzenlenen kurallardır. Hırsızlık, usulsüzlük, yolsuzluk, çevreye rahatsızlık verme, yalan söyleme, hakaretamiz ve kaba bir dil kullanma, zayıfları ezme, ensest, güçlülere yaltaklanma, görevini savsaklama, teşhircilik (exhibitionism) gibi fiil ve davranışların tamamı ahlâka aykırı olarak adlandırılabilse de bunlardan sadece bir kısmı, hukuk düzeni tarafından hukuka aykırı görülerek “suç” veya “kabahat” (misdemeanour) olarak kabul edilir. Bir başka ifadeyle, hukukun bütün ahlâk kurallarını kapsama gibi bir derdi yoktur.
(...)