Düşünce Dergisi > Arşiv > Sayı 17 / Türkçe |

günümüz şiirinin türkçesi

Son çeyrek yüzyılın şiirine baktığımızda son derecede çeşitli ve renkli bir dil kullanımı ile karşılaşırız. Bazı şairler şiiri bir dil sanatı olarak görüp Türkçenin içinden imge ve anlam üretmeyi benimserken bazıları dili değil hayatı ve insanı öne çıkarıp oradan kaynaklanan bir biçeme yönelmiştir.

“Türkçem benim ses bayrağım”
Dağlarca

“Türkçeden bir kıl kopar, içinde güneşler,
dünyalar, ırmaklar vardır.
Ama Türkçeden koparacaksın.”
Cemal Süreya

İnsanlık tarihinin en eski sanatı diyebileceğimiz şiir, coğrafyadan coğrafyaya, kültürden kültüre, uygarlıktan uygarlığa, dönemden döneme sürekli değişip gelişerek kendini var etmiştir. Bir anlamda, anlaşma sistemi şeklinde tanımlayabileceğimiz dilin (ki bunun içine sesler kadar işaretler de girer) tarihi ile insanın yeryüzündeki varlığının tarihinin bir düşünülmesi bundan kaynaklanır. Jameson’ın, “bilincin ve toplumsal yaşamın bütün ögeleri arasında dilin henüz belirlenmeyi bekleyen türden benzeri olmayan bir ontolojik önceliğe sahip bulunduğunu” (JAMESON, 2003: 8) söylerken insanın yeryüzündeki varlığının nedenlerinden biri olarak dile işaret etmesinin nedeni de budur. İnsan, yeryüzü serüvenini, ontolojisini dil ile anlamlandırır çünkü dil süreç içinde sadece bir anlaşma aracı olmanın ötesine geçip insanın güzel söz yaratma arzusunun da kaynağı olmuş, manzum biçime bürünmüştür. Antik uygarlıklarda, kadim zamanlarda edebiyat çerçevesine dahil edebileceğimiz hemen her şeyin manzum biçimle dile getirildiği, hatta antik Yunan döneminde tragedya ve komedyaların yanı sıra bilimsel kitapların da genellikle manzum olduğu düşünülürse sözün ilk hâlinin de şiir formu içinden hayat bulduğu kabul edilir. Sözün manzum hâli, eldeki veriler ışığında söyleyecek olursak, sözlü kültürün ilk zamanlarından bu yana var olmuş, XIX. yy.da romanın görece yükselişe geçmesine rağmen sonraki süreçte de varlığını sürdürmüştür.

Türk edebiyatının ilk verimleri de ağırlıklı olarak şiir şeklindedir. Sözlü dönem ürünlerinden destan ve koşuklar, ardından saz şiirinde koşma, semai ve varsağılar; divan edebiyatında gazel, kaside ve rubailer sözü şiir şeklinde söyleme alışkanlık ve sürekliliğin göstergesiydi. Hatta divan edebiyatında roman ve öykünün yerini tutan mesnevilerin manzum formla kaleme alınması neredeyse manzum bağımlılık diyebileceğimiz bir geleneği, alışkanlığı gösterir.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Türkçe" sayısında...