“Allah’ın en sevmediği helal” olarak anılan, uğruna kiliseler kurduran boşanma; aile içinde adını bildiğimiz ama anmaktan korktuğumuz bir kelimedir çoğu zaman. İnsanın ve toplumun inşasında büyük öneme sahip olan ailenin kurulması ve devamı kadar aile birliğinin nasıl ortadan kalktığı da bireylerin ve toplumların hayatında büyük önem arz ediyor. Boşanma, ülkemizde nüfus ile ilgili yayınlanan istatistiklerde genellikle vurgulanan hususlardan bir tanesidir. Her yıl Türkiye’de ve dünyada boşanmaların evliliklerden daha fazla gerçekleştiği, aile yapılarının değiştiği ve dönüştüğü konuşulur. Günlük hayatta da boşanmanın geçmişe nazaran daha “normal” karşılandığını görmek mümkün. İnsanlar artık boşanmayı da evlilik müessesesinin bir parçası olarak görebiliyor. Prof. Dr. Tayfun Amman ile bu durumu yaratan sebepleri ve boşanmanın sosyolojik dönüşümünü irdelemek amacıyla evlilik ve boşanma üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Beyza Karakaya: Hocam, halihazırda aile bir taraftan hala sığınılacak bir liman olarak görülürken diğer taraftan boşanma oranlarının arttığı verilerle sabit. Muhafazakâr çevrelerde de boşanmanın yaygınlaştığını gözlemlemek mümkün. O halde bir normalleşmeden söz edebiliriz. Sizce bu normalleşmenin gerisinde hangi saikler var?
Ben sosyolojik olarak baktığım zaman boşanma olayını mutlak bir olumsuzluk olarak görmüyorum. Kültürler birbirinden farklı, aile yapıları birbirinden farklı. Örneğin tarih boyunca Arap kültürü bize göre boşanmaların ve evlenmelerin çok daha kolay olduğu bir kültür olmuştur. Dün de böyleydi, bugün de böyledir. Ama Türk kültüründe, “Kurulan yuva yıkılmaz.” anlayışı vardır. Dolayısıyla bizim kültürümüzde boşanma çok nadir başvurulan, sevimsiz bir yoldu. Dolayısıyla bir yuva sarsılacak olursa eş, dost, akraba, anneler, babalar devreye girerler; bir biçimde o yuvayı yaşatma iradesi canlandırılırdı. Tabii ki din değiştirince bir toplum o dini kendi kültür filtresinden geçirerek alıp kültürüne uygun hale getiriyor. Örneğin bizim kültürümüzde boşanma hakkında “Allah’ın en sevmediği helaldir.” denir. Hatta bir hadise dayandırılır bu. Ama tarihe baktığımız zaman Hz. Hasan Efendimizin yüz ila iki yüz kez boşanıp evlendiği söylenir. O kadar ki Hz. Ali “Ey Medineliler, oğlum Hasan’a kızlarınızı vermeyin, çünkü hemen boşuyor.” diyor. Medineliler de “Olsun yine de vereceğiz.” diyorlar. Türk kültüründe böyle bir şeyi hayal edemezsiniz. Bu bizim ta Orta Asya’ya dayanan aile yapımızla alakalı bir şeydir. Şimdi tabii ki şartlar değişti, dünya değişti. Bugün artık o çok sağlam Türk ailesi kırılgan hale geldi. Fakat yine de Avrupa ile karşılaştırdığımız zaman bizde boşanma oranları düşüktür. Örneğin geçen yıl Türkiye’de boşananların sayısı, bir yılda evlenenlerin sayısından fazla oldu. Fakat bunu yanlış okumamak lâzım. Çünkü on yıldır, yirmi yıldır, otuz yıldır, kırk yıldır evli olan insanlar var. Bu yıl da şu kadar kişi evlendi ayrıca. Boşananların oranı, bu yıl evlenenlerin oranını aştı. Toplam evlilerin oranı yanında düşük bir rakam bu. Bunu söylemediğiniz zaman toplam evliliklerin yarısı boşanmayla sonuçlandı sanılıyor. Öyle bir şey yok, toplam evliliklerin çok az bir kısmı boşanmayla sonuçlanıyor. Fakat bizim muhitlerimizde yani kentli, eğitimli ve kadının da kamusal alana aktif katılımının olduğu muhitlerdeki boşanma oranlarının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Muhafazakâr kesim de buna dâhildir. Yani burada muhafazakâr olup olmamakla alakalı bir durum yok benim görebildiğim kadarıyla. Kadının modern hayata aktif katılımıyla alakalı bir durum var. Boşanma hakkında şunu söyleyelim: Kötü bir evlilikten iyi, iyi bir evlilikten kötü bir şeydir. Kötü bir evlilik varsa, eşler mutsuzsa –tabii bu mutsuzluğun oranları da birbirinden farklı olabilir- mutsuz bir hayatı sürdürmektense ayrılarak mutlu olabilecekleri bir çözümü üretmeye yönelmeleri eleştirilecek bir durum değildir. Boşanmaların artış sebeplerine gelince bir girizgâh olarak şunu söylemeliyiz. Türkiye, son iki yüz yıldır yüzünü Batı’ya döndü, moderniteyi sevdi. Önce üst yapı modernleşmesi diyebileceğimiz siyasal modernleşme, 1950’lerden itibaren de sosyal modernleşme yani topluma inen, traktörün gelmesiyle başlayan fabrikalaşmayla, iç göç ve kentleşmeyle devam eden modernleşme. Biz son otuz yılda artık endüstri toplumu olduk, küreselleşme sürecine eklemlendik ve bütün dünyayla yoğun bir etkileşim halindeyiz artık. Modern dünyaya tam katılımımız son otuz yılda gerçekleşti. Hayatta her şey bir tercih ve her tercihin bir bedeli var. Bu tercihimizin bedeli de zaman farkıyla da olsa Avrupa’da olan sorunların bizim sorunlarımız olmaya başlaması. Bir zamanlar Avrupa’da evlilik belki bizimkinden daha sağlamdı, Hatırlayalım, adı üzerinde “Katolik nikâhı” boşanması olmayan bir nikâh. Müslüman nikâhında boşanma var, Katolik nikâhında yok. Ama şimdi onlarda ailenin ne durumlara geldiğini biliyoruz. Bizde de zaman farkıyla benzer dönüşümlerin yaşandığı açıkça görülüyor.
Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...