Reality Şov (gerçeklik şovu) programları günümüz televizyon kanallarında gündüz kuşağını işgal etmiş vaziyette. Bilhassa polisiye ve suç temalı programların sayısı her geçen gün artıyor. Bu programlar kaybolan ya da öldürülen kişilerin ailelerini ekran karşısına çıkartarak onların gündelik hayatlarını deşifre ediyor. Kimi zaman ortaya dökülen çarpık ilişkiler sebebiyle tepki çeken bu programların, bazı gruplar tarafından Türk aile yapısına zarar verdikleri gerekçesiyle kaldırılması talep ediliyor. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi olan Dr. Mehmet Emin Balcı ile bu reality şov programlarının ortaya çıkış hikayesini, doldurdukları boşluğu ve aile yapısına etkisini konuştuk.
Bugün hemen her kanalda temizlik, moda, magazinel dedikodu, yeni gelinlerin ev eşyaları ve tüketim alışkanlıkları, yemek, ailelerin yaşadığı gayri meşru ilişkiler, suç dosyalarını araştıran kriminal programları görmek mümkün. Bütün bu programları reality şov (gerçeklik şovu) türüne dahil edebiliriz. Reality şov formatı nasıl ortaya çıktı? İlk örnekleriyle bugünkü halini mukayese etmek mümkün mü?
Reality şov formatının gelişimine bakarsanız bugüne gelene kadarki haliyle başlangıçtaki halini birebir eşleştirmek mümkün olmayabilir. Yani televizyonculuğun gelişmesiyle birlikte aslında reality şovlar çeşitli formatlar atlıyorlar. Bu şovlar aslında televizyonun bir icadı. Televizyonun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra izlenilmeye ve küreselleşmeye başlaması reality şovlara bir başlangıç teşkil ediyor. Çeşitli sporcuların, kamuoyuna mal olmuş isimlerin ama temelde ünlü isimlerin hayatını kitleyle buluşturmak gibi bir amaçla ortaya çıkıyor. Televizyonculuğun 1970’ten sonra dönüşmesiyle birlikte özellikle kapalı devre yayın sistemine, paralı yayına geçilmesiyle yani Amerikan tarzı televizyonculuğa geçilmesiyle birlikte reality şovların sayısında bir artış yaşandı. Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.
1970’li yıllarda başlayan bu dönüşüm sürecini biraz anlatır mısınız?
1970’li yıllar özellikle iletişim devriminin başladığı zaman dilimine tekabül eder. Modernliğin birtakım yapıları su almaya başladı. İşte ulus fikrinin, devlet fikrinin refah toplumu meselesinin tartışılmaya başladığı yıllar. 68 hareketiyle ortaya çıkan boşluk yalnızca siyasal ya da ekonomik bir boşluk değildi. Aynı zamanda toplumsal olarak da artık üst kimliklerle perçinlenemeyeceği bir noktaya geldi. Bu noktada aslında medya ve özellikle televizyonun dönüşümü insanlara yeni bir kimlik verdi. Meta kimliklerin yapamadığı bir şeyi, büyük kimliklerin yapamadığı şeyi yeni bir “biz cemaati” olarak insanların hizmetine sundu. Televizyonun, yalnızca bilgi üreten, kamuoyunu aydınlatan, belli bir sınıftan ya da sınıflar üstü yayın yapan bir programcılıktan, insanların duygusal bütünleşme yaşayabileceği kendi bireyselliklerini keşfedebileceği veya kendilerini toplumdaki muzır sınıflardan, muzır etkinliklerden arındırabileceği bir boyut kazanması hem daha renkli hem daha çeşitli seyir cemaatlerine açık bir televizyonculuk doğurdu. Reailty şovlar da aslına bakarsanız biraz bunun bir parçası.
Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...