Son yıllarda medyada, dizi ve filmlerde, kurgu ve kurgu dışı eserlerde bireyin yaptığı tüm davranışları çocukken ebeveynlerinin ona nasıl davrandığı sorusu üzerinden arayan, mesuliyeti bütünüyle ebeveynlerin omzuna yükleyen bir anlayışın hüküm sürdüğüne şahit oluyoruz. Hem ebeveyn-çocuk ilişkisini hem kadın erkek ilişkisini “zehirli” olarak nitelendiren, “toksik” kavramı ile izah eden bu anlayış, sosyal medyada da oldukça popüler hale geldi. O kadar ki “toxic” kelimesi Oxford sözlüğü tarafından 2018 yılının kelimesi seçildi. “İyi aile yoktur!” gibi sloganlar da bu anlayıştan hareketle popülarite kazandı. Mesuliyeti yalnızca ebeveynlerin üzerine yükleyen, evlatların ana babalarına karşı sorumluluklarını, ana-baba hakkını göz ardı eden bu yeni anlayıştan hareketle sosyolog-yazar Fatma Barbarosoğlu ile edebiyat ve dizi-filmler izleğinde hasbihal ettik.
Geleneksel anlatı, izleğini hayırlı/hayırsız evlat bahsi üzerinden kurarken modern anlatı, günümüzde toksik ebeveyn üzerinden bir kurgu inşa ediyor. Bu ayrışmanın sebebi sizce nedir hocam?
Bu sorunun cevabı çok uzun ve çok katmanlı. Sosyal değişimler akşamdan sabaha olmaz malum. Tarım toplumundan sanayi toplumuna, monarşiden cumhuriyete, geçim ekonomisinden üretim ekonomisine, üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine geçişin, gündelik hayatı, dolayısıyla aileyi nasıl etkilediğini tasvir etmek gerekiyor. Ki bu tasvir günlerce sürebilecek bir tasvir.
O halde biz şimdilik kuş bakışı bir tasvire niyet edelim. Tarım toplumundan sanayi toplumuna, monarşiden cumhuriyete geçerken ailede, aile fertlerinin birbirine olan mesafesinde ve mesuliyetinde meydana gelen değişmeler üzerinden gidelim. Çünkü bugün medyada giderek daha fazla karşılaştığımız “toksik ebeveyn” ifadesi, planlanmış, trajik bir kopuşu imliyor. “Toksik ebeveyn” kavramı eşliğinde çocuklar/her yaştaki çocuklar, önce aileden sonra devletten “kurtarılıp” küresel kültürel dolaşım ağına dahil ediliyor.
Bütün kitabi dinler, ebeveynleri evlatlarından, yaşlılıklarında da evlatları ebeveynlerinden mesul tutar. Hayırlı evlat anlayışının temelinde dini yükümlülükler yer alır. Oysa dijital modernleşme sürecinde ebeveynler ne yaparlarsa yapsınlar yargılanmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Çoktan toprağa karışmış olsalar bile. Neden? Çünkü geçmiş, bugünün kodları ile değerlendiriliyor. 70’ini devirmiş “kanaat önderleri” bile ekranlardan “Babam bir kere bile bana seni seviyorum demedi” diyerek kendisi için sevgiden yoksun bir geçmiş inşa ediyor bugünden geriye bakarak.
Tarım toplumunda geçim ekonomisinin şartları içinde çocukluğunu ve gençliğini idrak etmiş “bu okumuş adamlar” bile kendi mazilerini “yeni küresel tanımlar ve yargılara” hapsederken çocukluğunu ve gençliğini dijital modernleşme ve tüketim ekonomisi içinde idrak etmiş çocukların ebeveynlerini suçlamaları için bütün medya düzeneği arkalarında hazır ve nazır.