Modern toplumların dinle ilişkisini konuşurken bizim toplumumuzda neler olduğunu, gündelik hayattaki değişimleri, değerler sistemimizde ve zihniyet yapılarımızda nelerin dönüştüğünü, insanların hayatlarında dinin yerini de konuşmamız gerekiyor. Bu anlamda düzenli olarak yaptıkları saha araştırmalarıyla toplumun nabzını tutan ve bunu titizlikle yapan kamuoyu araştırmacılarının verilerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu veriler din ve toplum ilişkisini sadece entelektüel bir mesele olarak değil, gündelik hayatın içinde ve göç, metropolleşme gibi makro toplumsal dönüşümlerle ilişkili bir mesele olarak kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Biz de bu amaçla toplumsal değişmeler ve din meselesini KONDA Araştırma’nın genel müdürü Bekir Ağırdır’la konuştuk.
Daha genel bir soru ile başlamak istiyoruz. KONDA olarak yaklaşık 30 yıla yayılan bir süreçte yapmış olduğunuz 1 milyondan fazla kişiyle yüz yüze görüşmenin sonucunda bildiğimizi sandığımız Türkiye ile gerçek Türkiye aynı mı?
Elbette aynı değil. “Türkiye olumlu anlamda değişiyor, örneğin demokratikleşiyor” desek de “Türkiye yobazlaşıyor” desek de “Türkiye ne demokratikleşiyor ne de yobazlaşıyor, Alev Alatlı hanımefendiye atıfla “paçozlaşıyor” desek de her bir tanım için ellişer tane örnek sıralayabiliriz. Öncelikle bu karmaşıklığı incelememiz lazım.
Teori, araştırmayı kurgularken önce hipotezini kuracaksın diyor. Halbuki bugünün dünyası ve karşı karşıya kaldığımız hayat karmaşıklık ve belirsizlik esaslı. Dolayısıyla hipotezden başlamak bile kendi başına sorunlu olabilir. O yüzden bir adım geri gelip değişimi izlemek gerektiğini düşünüyorum. Hipotez, belki değişimi izlemek olabilir ama değişimin ne yönde olduğunu anlamak için de meseleye berrak bir zihinle bakmak gerekir. Aksi takdirde kurduğumuz bir hipotez üzerinden meselelere bakınca odaklanma sorunu ortaya çıkıyor. Karşımızda çok unsurlu, katmanlı ve aktörlü bir yapı var. Artık din meselesi de sadece inanç meselesi olmanın ötesinde bir şey. Dini etkileyen dinamikler olarak sadece gönlümüz ve inancımız yok.
Tek bir tanım içinde bakmamız mümkün değil. Halbuki bizim aydınlarımız ve siyaset insanlarımızın “Türkiye toplumu” diye kafalarında tanımladıkları “bir şey” var. Bu “bir şey” doğru da olabilir. Ama Türkiye son 40, 20 hatta 10 yılda bile sosyolojik, ekonomik ve siyasal olarak çok değişti ve değişmeye de devam ediyor. Bir kere bu kısmı ıskalıyoruz. Daha da önemlisi ıskaladığımız iki boyutu var meselenin. Birincisi şu; kamera ve mikrofon eskiden sadece devletin, güçlü olanın ve sermayenin
elindeydi. Örneğin, Millî Eğitim Bakanlığı tedrisatla ilgili olarak yurttaşları, öğrencileri, gençleri neyi doğru olarak öğrensin istiyorsa onu anlatıyordu. Bir şirket kendini nasıl göstermek istiyorsa kamera ve mikrofona onu anlatıyordu. Fakat bugün Türkiye’de yaklaşık olarak nüfusun %85-90’ı internet kullanıyor ve bu nüfusun %80’i bir şekilde sosyal medyaya dahil katılmış durumda ve kamera ve mikrofon herkesin elinde. Sen markana ya da fikrine dair bir şey anlatıyorsun ama karşındaki insanlar da sana dair başka bir şey anlatıyor. Bu bilginin, haberin, deneyimin anonimleşmesini üretiyor. Bu anonimleşmenin ürettiği sonuçları ıskalıyoruz.