Atilla Yeşilada, uluslararası piyasaları ve makroekonomik göstergeleri, politik ve konjonktürel bağlamı içerisinde en iyi okuyan ekonomistlerden birisi. Gerek velud ve yazılarını ince hicivlerle besleyen bir yazar olması gerekse önemli büyük fonlara danışmanlık yapması sayesinde piyasa gerçekliğinden kopmadan ona aykırı ve farklı bir bakışa sahip olabiliyor. Uluslararası piyasaların Türk ekonomisi için ne anlam ifade ettiğini sorduğumuzda ortaya keyifli bir sohbet çıktı.
Hocam, meseleleri daha iyi anlayabilmek için en baştan başlayalım. Bir “uluslararası piyasalar” kavramı var ve bu kavramın hepimizin hayatına dokunan bir cephesi var. Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde (16 Ekim 2021) FED toplantısı oldu. Hepimiz merakla bekledik. Faizle ilgili nasıl bir karar alınacak? Bir tapering olacak mı? Çünkü yanlış hatırlamıyorsam 2013’te tapering sinyali verildi ve tüm piyasalar şoka girmişti. Yine benzer şeyler yaşanacak mı? Biz mesela Türkiye’de, ABD’den çok uzak bir coğrafyada yaşayan insanlar olarak neden bu kararı böyle merakla bekliyoruz? Ya da çok amiyane bir benzetme olacak belki ama Yozgatlı bir çiftçi için ABD merkez bankasının faiz kararı veya niceliksel genişlemeyle ilgili vereceği sinyal neden bu kadar önemli?
Çok güzel bir soru sordunuz. Şimdi dolar dünyanın en çok kullandığı para. Dünya ticaretinde, finansal işlemlerde, Merkez Bankası rezervlerinde payı yüzde altmışın altına düşmüyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi tabii ki siyasi, emperyalist. Yani Amerika, hegemon devlet. Ancak bunu bir tek bu durum açıklamaya yeterli değil. İkincisi Amerika’nın Merkez Bankası, dünyanın en bağımsız merkez bankası ve elinizde dolar varsa ne yapacaksınız? Muhtemelen Amerika’yla bir işiniz var. Yani Amerika’da tahvil ihraç edeceksiniz ya da Amerikan tahvilleri alıp satıyorsunuz. Amerika’nın finansal piyasaları çok derin. Mesela bugün euroyu rezerv para olarak benimseyelim deseniz, Avrupa ve euro bölgesinde ihraç edilen devlet özel tahvillerin yüzde altmışını Avrupa Merkez Bankası alıyor. Yani derinlik yok o piyasada. Yine aynı şekilde siz merkez bankalarında dolar rezervleri var diyorsunuz ama aslında bu işi basitleştirmek. O doları tabii ki tahvillere yatırıyorlar. Zira orada da en derin, her zaman işlem yapabileceğiniz, fiyat hareketinin en az olduğu yer Amerikan tahvil borsası. İkinci sebep de bu. Birinci sebebi aşmak mümkün. Başkaları, mesela Çin, hegemon devlet olabilir. Ama ikinci sebebi aşmak çok kolay değil. Dijital paralar vs. zaman içerisinde tabii ki banknot paraların ve kaydi paraların yerini alacak ama bu doların yerini alacak anlamına gelmiyor. Sadece daha fazla dijital para kullanacağız. Yani şöyle söyleyeyim. Önümüzdeki yirmi yıllık süre zarfında doların dünya ticareti ve finansındaki payı belki düşer ama hala bir numaralı para birimi olur. Türkiye’ye dönelim. Biz, yurt dışına çok borçlu bir ülkeyiz. Bizim fx borçlarımızın milli gelir oranı yüzde kırk beş civarında. Yani UVP yüzde elli altı diyor ama oradan, doğrudan yatırımları çıkartmak lazım. Tabii bütün bu borçların da ayrıyeten yüzde altmış, altmış beşi dolar cinsinden. Yani gerisi euro ve yen. Dolayısıyla biz Amerikan faizlerini takip etmek zorundayız. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun dolar cinsinden ihraç edilen herhangi bir menkul kıymet veyahut da dolar cinsinden verilen bir kredinin faizini, kredinin fiyatı diyoruz biz buna, Amerikan devlet tahvili piyasası belirliyor. Şöyle yapılıyor. Biz Türkiye olarak bir on yıllık eurobond ihraç edeceğiz. Bunun faizi nasıl belirlenir? İlk önce Amerika’nın on yıllık tahvil faizine bakılır. Bu bazdır. Yani en düşük faizdir. Bunun üzerine Türkiye’nin risk primi ekleniyor. İşte bu da CDS’ler, insanların algılaması vs. ile faiz öyle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin risk primi hiç değişmese de FED’in aldığı karar sonucu Amerikan tahvil faizleri yükselirse bu Türkiye’nin tahvil faizlerine de yansıyacaktır. Aynı şey krediler için de geçerli. Şimdi LIBOR kalkıyor, yerine başka bir şey gelecek ama bankaların sendikasyon kredilerine bakalım. Amerika yani dolar bazındaysa LIBOR artı bir faizden alınır. Euro bazındaysa Euro artı EUROBOR artı bir faizden alır. Dolayısıyla FED’in varlık alımlarını azaltması, şu anda sıfıra yakın seyreden LIBOR faizlerini yükseltecekse o da bankaların kredi maliyetine yansır ve tabii banka kredi maliyeti yükselir. Türkiye de bunu TL’ye çevirdiğinde Türkiye, daha yüksek faizle kredi verecek ve işte oradan Yozgat’taki çiftçiye de gelmiş oluyoruz. Yozgatlı çiftçi nasıl etkileniyor? Birincisi, çiftçinin de kredi ilişkisi olabilir. İkincisi kredi faizleri arttığında genel kural olarak, istisnaları da elbette vardır, ekonomi yavaşlar. Dolayısıyla mahsulüne talep de azalabilir. Üçüncüsü eğer bütün bunlar, yani FED’in tahvil alımlarını azaltması, Türkiye’nin risk primi vs. dolar, TL’yi yükseltiyorsa etkiler. Çünkü çiftçinin neredeyse bütün girdisi dolar cinsinden. Mazot dolar cinsinden. Kimyasal ilaç, gübre dolar cinsinden. Traktör dolarla fiyatlanıyor. Çiftçinin maliyetlerini fena halde artırıyor bu gelişme. Satış fiyatını artıramadığı için de çiftçi dara düşüyor. Dolayısıyla bir anlamda Amerikan Merkez Bankası bu rolünü kabul etse de etmese de FED, maalesef dünyanın merkez bankası pozisyonunda. Belki yalnız Avrupa bölgesinde, Avrupa Merkez Bankası bir istisna teşkil ediyor. Japonya’nın artık bir önemi kalmadı. Çin ise yuanı uluslararası para birimi yapmak istiyor ama bunun teknik olarak imkansız olduğunu biz, kimseye anlatamıyoruz. Sizin, faiz ve döviz kurlarını devletin belirlediği bir para birimini uluslararası para birimi yapmanıza imkan yok. Çünkü oyun baştan fiks edilmiş. Amerika öyle değil ki. Euro/dolar paritesi 1.30’a da gitse umurunda değil, 1.10’a da inse umurunda değil. Yani Amerika açısından döviz, döviz kuru hiçbir şey ifade etmiyor. O yüzden de herkes yuan yerine ABD dolarıyla ticaret yapıyor. Bizim açımızdan bakınca ise iki fiyat söz konusu. Birincisi doların TL fiyatı, ikincisi Amerikan faizlerinin TL olarak Türkiye’ye yansıması. Bu ikisi de bizim sürekli olarak FED kararlarını takip etmemizi zorunlu kılıyor.
Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Piyasa" sayısında...