Pelikülden dijitale teknolojik değişimin sinemanın kendisine has kimliğini dönüştüren yapısında “sinema ölüyor mu?” sorusuna uzun zamandır araştırmacılar yanıt bulmaya çalışır. Araştırmacılar, sinemanın teknolojik yolculuğunda film yapımı, film estetiği ve film ortamının diğer yönleriyle ilgili yayınlara ağırlık vermeyi tercih ederler. Dijitalleşme sürecinde sinemanın gerçeklikle olan ilişkisinin mesafe alması, realistik sahnelerin ve post-prodüksiyonda uygulanan görsel uygulamaların elastik gerçeklik yaratması fikirlerinde ortaklaşan araştırmacıların sinemayı salt bu kavramlar çerçevesinde değerlendirmesi günümüzde asıl elastikiyet kazanan seyirci pratiklerinin gözden kaçırılmasına neden olur. Bugün perdeden ayrışan/ayrıştırılan filmlerin eğilip bükülerek ekranlara sıkıştırılması bu pratiğin çok boyutlu olarak tartışılmasını gerektirir. Postmodern dünyanın bireysel deneyimi destekleyen anlatı kalıpları ve kent yaşamının alışveriş merkezlerine sıkışan sinema salonları için bütçe oluşturamayan seyirci, pratiklerini farklı bir etkinliğe dönüştürür. Bu tartışmaların ışığında aracın/ham maddenin teknolojik gelişimi ile yanlış devrimin gerçekleştiğini ifade edenler ve sinemanın ölümünü beyan edenlerin sayısı giderek artar (Belton, 2014). Sinema salonu ritüellerini perdeden ekrana törensel bir nitelikte aktaran seyircinin yeni film izleme deneyimini farklı boyutları ile değerlendirirken en başa dönüp tekrar aynı soruları sorarak başlamak anlamlı olabilir.
Sinemaya ne oluyor? Sinema öldü mü? Yoksa ölüyor mu?
Dijitalleşme ile birlikte kitleselden bireysele evrilen seyir pratikleri, sinema salonlarının niceliksel olarak seyirci kaybettiğini gösterir. 2020 yılının Mart ayından beri tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi bu niceliksel değişimin dramatik olarak düşüş göstermesinde etkili nedenlerden biridir. Ancak seyircinin izleme motivasyonlarında ortaya çıkan değişikliğin temelinde yapımcıların gişe başarısı elde etmeyeceği filmleri vizyona dahil etmemesi, anlatıların dijital yerlilerden oluşan seyircinin beklentisini karşılamaması, dizi filmlerine yönelik ilginin artması ve bilet ücretlerinin seyircinin beklenti ve taleplerinin üzerinde belirlenmesi gibi nedenlerin de olduğu söylenebilir. Özellikle dijital teknolojiye uyumlu profillerden oluşan seyircilerin (dijital yerlilerin) çoğu ekonomik olarak kendini daha özgür hissettiği alternatif gösterim alanlarına yönelir. Netflix’in film endüstrisine yaptığı ciddi yatırımlar da salon kaygısından uzak gösterim olanaklarına ilginin artmasını sağlamıştır. 1997 yılında internet tabanlı bir video akış servisi olarak kurulan Netflix, bugün küresel ölçekte yayıncılık yapan dijital platformlar pazarında birinci sırada yer alır. Netflix, 2015 yılı itibariyle benzer içerik üreten başka hiçbir platformda olmayan indir-izle seçenekleri ile üyelerinin ihtiyaçlarına yönelik yeni stratejiler belirlemektedir (Akova, 2020: 155). Ayrıca film arşivlerini güncellemesi, dublaj ve farklı alt yazı seçenekleri, izleyicinin bireysel zevk ve tercihlerine yönelik reklamsız yeni içerikleri ön plana çıkarması tercih edilirliğinin yüksek olmasının diğer nedenleri arasında sayılabilir. İnternete bağlı bir cihaz/araç üzerinden zaman ve uzam kavramlarını merkezsizleştiren bu platform, reklamsız olarak sunduğu içeriklerin istenildiği zaman durdurulup sonrasında yeniden oynatılarak izleme olanağı sağladığı bir hizmeti sunarak sinemanın aksine seyircilerini/izleyicilerini/üyelerini/tüketicilerini aktif olarak konumlandırır ve özgür seçim yapabilen dinamik bir pozisyona yerleştirir (Manzano ve Neira, 2016: 569).