Kitleleri etkileyen bir sanat dalı olarak sinema, öznesi ne olursa olsun iktidarların gücü elinde bulundurup topluma yön verme, şekillendirme süreçlerinde etkili bir araç olarak kullanılagelmiştir. İlk toplu gösterimin yapıldığı 1895 yılından bugüne toplum duygu ve düşüncelerini manipüle edebilen sinema, salt propaganda aracı olarak kullanıldığı gibi ikna edici bir sanat ürünü olarak kültür endüstrisinin de etkileyici bir aracı olmuştur. Verilen mesajları almaya gönüllü hedef kitlenin beğenisini kazanacak anlatım şekilleri ve öyküler ile sinema, seyircilerin zaman içinde değişim geçirmelerine zemin hazırlamaktadır. Bu yüzden hükümetler, devletler, ideolojiler, şirketler, yönetmenler kendi fikir ve düşüncelerini, bazen idealist bir düzlemde bilinçli olarak bazen farkında olmadan bilinçaltındaki birikimleri ile birlikte sinema ürünlerinin içine yerleştirmişlerdir. Her şekilde bu kendi iktidarlarını kurma, yayma ve meşrulaştırma süreçlerine katkı sağlamaktadır.
Amerika, Rusya, Almanya, İtalya gibi pek çok ülkede siyasetçiler, devlet adamları, iktidarlarını güçlendirmek için sinemayı etkin şekilde kullanmıştır. Lenin, Hitler, Franco sinema ile iktidarlarını kabul ettirip genişletirken devlet eliyle bu iktidarın devamı için sinema okulları, kurumları kurmuş bir taraftan eğitim vermiş diğer taraftan da sinema endüstrisini kontrol altına almaya çalışmışlardır. Sansür ve baskı ile senaryolar belli konularda şekillenirken öyküler daha simgesel bir kimliğe bürünmüş minimal bir anlatım tarzı ortaya çıkmıştır. İran Sineması böyle sıkıntılı bir süreçte iktidarın sert müdahalelerine rağmen kendine has bir dil ortaya çıkarmıştır. Türk Sineması da ilk yıllarının siyasal krizleri ve savaş ortamında propaganda ve haber filmleri ile kendini var etmeye çalışmıştır. Askeri bir kimlikten sivilleşmeye geçildiği dönemde ancak kurmaca filmler çekilmeye başlanmıştır. Tiyatrocular döneminde Muhsin Ertuğrul’un sinemamızdaki mutlak iktidarı, Cumhuriyet kurucularının iktidarı ile birleşerek yeni kurulan devletin yapılanmasına hizmet etmiştir. Ülkemiz, dönemin farklı ülkelerindeki faşist ve sosyalist iktidarları gibi sinemadan yeterince faydalanamamıştır. Sinemaya direkt katkı sağlanmak, yeni oluşumları teşvik etmek, zemin hazırlamak yerine; sinema, kanunlar ile yönetilmeye kimi zaman sansür kimi zaman da baskıyla denetim altına alınmaya, şekillendirilmeye çalışılmıştır. Sık gerçekleşen iktidar değişimleri ve siyasal krizler, bu kolaycı sözde çözüme başvurulmasına neden olmuştur.