İktidar bir yöneten unsuru olarak kabul edilirse, onun izleneceği en önemli saha devletin kendisidir. Çünkü Nur Vergin’e göre yönetenler, yönetilenlere karşı en üstün biçimde işleyen bir yaptırım sistemini, devlet aygıtı aracılığıyla gerçekleştirebilmektedirler.1 Ancak devlet unsurunun kendisi durağan veya tarih içinde “verili” bir kurgusal yapı teşkil etmemektedir. Bugünkü manasıyla devlet, modern devlet, merkezileşmiş bir yönetici iradeye sahip, belli bir teritoryal iddiayı barındıran ve diğer hemcinsleri tarafından buna saygı duyulan (egemenlik) bir unsur olarak kabaca özetlenebilmektedir.2 Fakat modern devletin kendisi henüz 5 asırlık bir geçmişe sahiptir. Charles Tilly’nin ileri sürdüğü düşünceye sadık kalarak açıklamak gerekirse, modern devlet –tabi ki Avrupa’da- birbiriyle sıkı bağa sahip üç ayaklı bir gelişim perdesiyle oluşmuştur: savaş yapma (war-making), devlet inşası (state-building) ve kapitalizm. Komşularla yapılan savaşlar ile devlet inşası el ele giderken aynı zaman da yöneticiler bu sürecin maliyetini düzenleme sorunu ile karşı karşıya kalmışlar ve neticesinde onlara borç sağlayacak güçlü sermayedarlara ihtiyaç duymuşlardır. Böylece modern devlet 16. yüzyıldan itibaren güçlenerek oluşmaya başlamıştır.3
Ünlü Alman Sosyolog Max Weber devleti “meşru şiddet tekeli” olarak tanımlamaktadır. Buna göre devletin baskı organları kamu düzenini sağlayabilmek adına fiziki zora başvurma imkanını tekeli altına almıştır.4 Pıerre Bourdieu ise Weber’in bu tanımını daha da genişletir ve devlet denilen unsuru “fiziksel ve sembolik şiddet tekeli” olarak yeniden düşünmeye açmaktadır.5 Devletin şiddet tekelinin yanına sembolik olanın da eklenmesini, Bourdieu, milli bayramlar örneğiyle somutlaştırır. Buna göre, zamansallık algımız devlet aracılığıyla kamusal zamanın yapılarına göre şekillenmekte ve kamusal olan özel olanın kalbine oturmaktadır.6 Bu noktada akıllara Marksist siyaset kuramcısı Louis Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları” adlı eseri gelmektedir. Althusser, devletin baskı aygıtları olan hapishaneler, polis, ordu, mahkemeler ile dini, sendikal, kültürel, haberleşme ve tedrisi aygıtlarını birbirinden ayırmaktadır.7 Buna göre, devletin baskı aygıtlarının aksine diğerlerini teşkil eden ideolojik aygıtlar nihayetinde egemen ideolojiyi oluşturmakta ve idame ettirmektedirler.
Bu yazıda ele alınan kitabın bazı bölümleri yukarıdaki açıklama ışığında okunmalıdır. Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan’da icat etmiş olduğu bir dizi gelenek ancak bu şekilde yönetme özelinde telakki edilebilmektedir. Özellikle Hindistan’da ve Afrika’daki iktidar unsuru, devletin ideolojik aygıtları vasıtasıyla bir dizi gelenek icat etmeyi başarmış ve bunları bölge özelinde yönetim pratiğine eklemleyebilmiştir. Bir anlamda, icat edilmiş gelenekler, iktidarın yönetme sanatını icra etmesi için kendine hazırladığı uygun sahanın yaratılması olarak doğmuştur. Her ne kadar kitaba da bağlı kalınmak kaygısı sonucu, yazıdaki ilk üç bölümün yukarıdaki paragraflarla ilintisi bulunmasa dahi, özellikle son iki bölüm bir önceki sayfada yapılan izahlarla çok yakından ilişkili görülmektedir.
1 Nur Vergin, (2017). Siyasetin Sosyolojisi, İstanbul: Doğan Kitap, s. 32.
2 Gianfranco Poggi, (2016). Devlet: Doğası, Gelişimi ve Geleceği, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss. 32-33.
3 Joseph Grieco ve G. John Ikenberry, (2003). State Power and World Markets, New York: Norton & Company, ss. 105-109.
4 Nur Vergin, a.g.e., s. 33.
5 Pierre Bourdieu, Devlet Üzerine, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 18.
6 A.g.e., s. 23.
7 Louis Althusser, (2000). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul: İletişim Yayınları, ss. 23-24.