20’ncisi düzenlenen Düşünce Sohbetleri programı, İstanbul Üniversitesi Arş. Gör. Cafer Erdem Umudum yöneticiliğinde gerçekleşti. 24 Aralık 2022 tarihinde Erol Güngör Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Modern Dünyada Din” konulu programa “Milli Sekülerizm: Durmuş Hacıoğlu’nun Kurtuluş Reçetesi“ konu başlıklı makalesiyle ve aynı zamanda dergimizin yayın kurulu üyesi olan Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Arş. Gör. Mustafa Şahin ve “Kitap Değerlendirmesi: Türkiye’de Yeni Din Algısının Doğuşu” makalesini kaleme alan Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Arş. Gör. Fatih Özgür Kenar konuk oldu.
Felsefeden Metafizik ve Dini Elemeliyiz
Düşünce Dergisi, Türk düşünce dünyasına bir katkı sunmak için ismini seçme aşamasından itibaren gergef gibi işlenerek günümüze gelmiş bir dergidir. Bugünkü sohbetimiz Düşünce Dergisi’nin 15. Sayısı olan “Modern Dünyada Din” dergisi üzerine olacaktır sözleriyle programı başlatan Cafer Erdem Umudum konuşmasının devamında din olgusunu tartışırken amentümüzü tartışmaya açmadığımızı, sosyal bir olgu olan din mefhumunu ele alacağımızı, konuyla ilgili söylenenleri sadece İslam dini üzerinden değerlendirmeyip mücerret din fikri üzerinden düşünmek gerektiğini söyledi. Immanuel Kant’ın “Felsefeden metafizik ve dini elemeliyiz. Çünkü, bunlar ispat edilen şeyler değildir. Aynı dine mensup kişiler aynı dininin tanrısından bahsederken bile kafalarında muhtelif tezahürler ve çeşitli tanrı telakkileri vardır. Bu telakkilere göre konuşurlar. Bunlar üzerine felsefe yapılmaz. Hatta bugüne kadar bize din diye anlatılan şey gevezelikten ibarettir, içi doldurulamayan şeylerdir. Dolayısıyla felsefeden dini ayırmalıyız ki felsefe yapabilelim, bunun üzerine bilim inşa edebilelim.” görüşüne değinen Umudum, modern dünyanın temelindeki fikrin temelde Kant’ın bu görüşüne dayandığını ifade etti. Bu sözlerinin ardından Mustafa Şahin ve Fatih Özgür Kenar’ı takdim ederek sözü Fatih Özgür Kenar’a bıraktı.
Yeni Bir Din Algısının Oluşması Devrim Yaratmaz
Arş. Gör. Fatih Özgür Kenar, konuşmasına ilk olarak kitapta bahsedilen çatışma halinde olan dini epistemik cemaat ve yenilikçi epistemik cemaat gruplarının ilim ve âlim anlayışını özetleyip bunun üzerinden bu cemaatleri somutlaştırıp çatışma noktasını somut olarak ortaya koyacağını belirtti. Yenilikçi epistemik cemaatin en büyük özelliklerinden bir tanesinin yabancı dil öğrenmek olduğunu, başta İtalyanca olmak üzere Fransızca ve İngilizce öğrendiklerini söyledi. Bu yabancı dil öğrenme sürecinin onları başka şeyleri merak etmeye ve dini epistemik cemaatin geliştirmiş olduğu yabancı dil öğrenme konusunda ya da batıda gelişen fikirler konusunda onların aşağılaması noktasında bu davranışı terk etmelerini ölçtüğünü belirtti. Remzi Demir’in bahsettiği 19. Yüzyıldan itibaren yeni din algısının doğuşundaki ilk epistemik cemaat kırılmasının bu şekilde başladığını ifade etti. Dini epistemik cemaat ve yenilikçi epistemik cemaat arasındaki çatışmaya Remzi Demir’in kitabında yer alan birkaç cümle ile açıklık getirdi: “Remzi Demir kitabında 19. Yüzyıldan itibaren 1938 yılına kadar olan dönemde dini epistemik cemaat ve yenilikçi epistemik cemaat arasındaki çatışmanın yenilikçi epistemik cemaatin kesintisiz zaferiyle sonuçlandığını söylüyor. Yenilikçi epistemik cemaat 1938’e kadar rakipsiz bir şekilde, dini epistemik cemaatin enlerine maruz kalmadan bu mücadeleyi kazandığı dönem olarak özetliyor. 1945’ten itibaren dini epistemik cemaatin tekrardan gelişeceğini söylüyor.” Kitabın ileri sürdüğü temel düşünceyi Kenar şu sözlerle dile getirdi. “Yeni bir din algısı oluştu ve yenilikçi epistemik cemaatin doğuşuyla ve kırılmanın gerçekleşmesiyle beraber dini epistemik cemaat belli başlı konularda örneğin; Kur’an-ı Kerim’in tercüme edilmesi ya da tabiat kanunu veyahut Hz. Peygamberin hayatı ile ilgili meydana gelen tartışmalarda bir savunma pozisyonuna geçti. Ancak Remzi Demir, yeni bir din algısı oluşurken bunun aslında bir devrim yaratmadığı noktasına dikkat çekti. Dini epistemik cemaat bir dönüşüme uğradı ama bu dönüşümde pozisyonunu korudular, söylem ve eylem noktasında yöntemi ve dayanmış olduğu kaynakları tıpkı yenilikçi epistemik cemaat gibi batı kaynaklı aldılar. Aslında kitapta vurgulanmak istenen temel husus budur.” Bu sözlerinin ardından Fatih Özgür Kenar konuşmasını sonlandırdı ve sözü Arş. Gör. Mustafa Şahin’e bıraktı.
Milli Sekülerizm Bir Sistem Teklifidir
Arş. Gör. Mustafa Şahin, Durmuş Hocaoğlu’nun temeldeki metodunu şu sözlerle açıklayarak sunumuna başladı: “Durmuş Hocaoğlu, temeldeki metodunu Karl Popper’in Yanlışlanabilirlik kuramını, Feyerabend’in Anarşistlik Kuramını ve İngiliz empirizmini alıp üçünü birleştirerek oluşturuyor. Yani Hocaoğlu bir şey söyleyeceği zaman onu dogma olarak ortaya koymuyor, aksi iddia edilebilir ve yanlışlanabilir bir biçimde ortaya koyuyor. Söylediği şeyin tek doğru açıklama olduğunu iddia etmiyor. Kendi kullandığı düşünme metodu ile buna ulaştığını söylüyor. Hocaoğlu söylediği her şeyin dünyada sosyal olarak karşılığı olmasına özen gösteriyor ve sosyal olarak karşılığı olmayan herhangi bir veri üzerinden çıkarım yapmıyor.” Şahin, Milli sekülerizmin temelde bir sistem teklifi olduğunu ama bu sistem teklifi ifadesinin yanlış anlaşıldığını söyledi ve “Durmuş Hocaoğlu’na göre devlet toplumsal düzendir. Devletin bir formu bir de mahiyeti var. Formu vatan mahiyeti ise millettir. Milli sekülerizmin ortaya çıkışındaki ana gerekçe Türkiye’de yaşayan halkı Türk milletine dönüştürmek. Bu sebeple bir sistem teklifi söz konusu. Dert edilen ama problem ise din ile devleti barıştırmak.” diyerek sistem teklifi ifadesinin asıl anlamını açıkladı. Şahin, “Milli sekülerizm üç aşamalıdır. İlk aşama Türk milletinin ve Türklere ait olan devletin çağdaşlaşması, ikinci aşama Modernleşme seviyesine ulaşmak, son aşama ise Türklerin yeniden dünya hâkimiyetine ulaşmasını arzuluyor. Bu noktada milli sekülerizmin en saf amacı Türk milletini münafıklıktan kurtarmak olarak tanımlanabilir” şeklindeki sözleriyle milli sekülerizmin aşamalarını aktardı.
Milli Sekülerizmin Gayesi Kuvvetli Bir Türk Toplumu Oluşturmaktır
Şahin sunumunda Milli sekülerizmin gayesinden kalkış noktalarından, önündeki engellerden, problemlerden, asgari müştereklerden ve sürecin çerçevesinden şu şekilde bahsetti. ”Milli sekülerizmin gayesi temelde kuvvetli bir Türk toplumu ortaya çıkarmaktır. Hocaoğlu’na göre kuvvetli bir Türk toplumu temelde dört unsur üzerinden ölçülür. İlk unsur toplumdaki bireylerin kuvveti, ikinci unsur sosyal tabakların kuvveti, üçüncü unsur sosyal tabakalarla bireyin arasındaki kuvvet ve son olarak bütün ilişkilerin kuvvetidir. Birinci gaye kişiyi kendisi ile barıştırmaktır. Hocaoğlu’nun bundan kastı fertlere inançlarına göre yaşama hürriyetini sunmak ve o kişileri münafıklıktan kurtarmaktır. İkinci gaye olan toplumu kendisi ile barıştırmak, dinin asgari bir müşterek haline getirilmesini ifade ediyor. Bu da toplumun münafıklıktan kurtarılması demek oluyor. Devleti, toplumu, tarihi İslam’la barıştırma gayesi ise esasında devletin İslam devleti olmadığını anlamayı ama Müslümanların devleti olduğunu açık bir biçimde devletin kabul etmesini ifade ederken dördüncü gaye Türk çağdaşlaşmasına ulaşmak ve beşinci gaye ise Türk modernleşmesine ulaşmaktır. Hocaoğlu’na göre bu gayelerin murat ettiği şey hastalığı ortaya çıkaran sebepleri sonlandırmaktır. Bu nedenle milli sekülerizm tezini ortaya atıyor. Milli sekülerizmin kalkış noktalarını inceleyecek olursak ilk kalkış noktası Müslüman Türklerdir. İkinci olarak devletin dinsizdir ama vatandaşları dinlidir. Üçüncü olarak İslam yaşayabilirlik ve yaşanabilirlik sıfatlarına haizdir. Eğer yaşayabilirliği ve yaşanabilrliği söz konusu değilse Müslüman olmanın bir anlamı ve gerekçesi de kalmaz. Bu kalkış noktaları geçmişle ilişkinin doğru bir şekilde tesisini sağlar. Gelenek ve klasik gelecek meselesi üzerine Hocaoğlu’nun birbirini tamamlayan iki sözü var. İlk sözü Geleneği olmayanın geleceği olmaz ve ikinci sözü klasiği olmayanın moderni olmaz. Önce bir klasik yaşama tarzınız olmalı ki bunun modernini de ortaya koyabilin yani sizi diğerlerinden ayıran bir anlamınız olsun.
Şahin’e göre Milli sekülerizmin en problematik noktalarından bir tanesi milli sekülerizmin önündeki dört temel engeldir. Bu dört temel engelin esasında bizim sosyal krizlerimizi işaret ettiğini söyleyen Şahin, Hocaoğlu’nun bu konudaki görüşünü şu sözlerle aktardı: “Hoacaoğlu diyor ki sosyal meselelerini kendi çözemeyen toplumlar çözülürler ve ortadan kalkarlar. Peki, nedir bu dört temel problem anları? Birincisi etnik fetret, ikincisi mezhebi fetret, üçüncüsü ideolojik fetret ve son olarak direnç noktaları var. Etnik fetretten kastedilen ayrılıkçı, siyasi Türkçü hareket ve onun uzantılarıdır. Hocaoğlu’nun bu konudaki çözümü entegrasyon. Bu da zaten hâlihazırda yaşanmakta olan bir süreç. Hocaoğlu bir vatanda iki millet olmaz demiştir. İmparatorluklarda olabilir ama biz bir ulus devletiz. Ulus devletlerde iki millet olmaz. Bahsettiğim etnik kimlik değil millet kimliği. İkinci problem anı mezhebi fetret. Bu noktada Durmuş Hocaoğlu Türk Aleviliği ile diğer Alevilik çeşitlerini çok net bir şekilde ayırıyor, devlete ve Sünni Türklere bir vazife yüklüyor. Mevcut diyanet yapılanmasının tümden değiştirilmesi ve siyasetten tamamen özerk hale getirilmesini teklif ediyor ve yeni teşkilatlanmaya Aleviliğin de dâhil edilmesi gerektiğini söylüyor. Aynı zamanda hem Sünnilerin hem Alevilerin içerisinde olduğu bir şura ile bu sürecin yürütülmesi gerektiğini ifade ediyor. İdeolojik fetretten ise etnik ve mezhebi fetreti araçsallaştıran odakları ve laisizim islamizim gerilimi kastediliyor. Laisizm islamizim gerilimi 90’lar ve 2000’lerin temel konusuydu. Bunlar esasında Türkye’de Türklerin hâkim olmadığı bir idare kurmak isteyen insanların sahip olduğu ideolojik arka planı anlatıyor. Hocaoğlu’na göre etnik fetretle mezhebi fetret bitince bunlardan dolayı ideolojik fetretin insan kaynağı ortadan kalkacak, laisizm islamizim gerilimi de sekülerleşmeyle birlikte ortadan kaldırılacağı için ideolojik fetret de ortadan kalkacaktı. Sekülerizm, hem islamizim hem de laisizim taraftarlarının da bir adım geri gelmesini sağlıyor. Hocaoğlu bu noktada şunun altını önemle çiziyor. Diyor ki; eğer bu problem alanları çözülmezse siyasal ayrılıkçı Kürtçülüğe karşılık militan Türkçülük ortaya çıkar, siyasal Aleviciliğe karşılık Sünnicilik ortaya çıkar. Bu da kardeşin, kardeşin kılıcıyla ölmesini yaşatacak bir süreci başlatır. Son olarak Hocaoğlu’nun direnç noktasından kastettiği nedir? Bizim toplum sanayileşmemiş bir toplum. Marjinal aydın ve marjinal halk direnci söz konusu. Hocaoğlu, sanayileşmeyle özgür insanın ve özgür toplumun yaratılmasını kastediyor. Sanayileşme refah arttıkça artacak bu beraberinde demokratikleşmeyi getirecek. Etnik fetret ve mezhebi fetret de çözüldüğü zaman marjinal halk direnci ortadan kalkacak. Marjinal aydın direnci ise marjinal halk direnci ortadan kalktıktan sonra insan kaynağından yoksun olduğu için neticelenecek diyor Durmuş Hocaoğlu.
Milli sekülerizmin önünde engeller dışında problem alanları da olduğunu söyleyen Şahin konuşması şu sözlerle devam ettirdi.”Türkiye’de milli mutabakat söz konusu değildir, demokrasi kültürü azdır, sanayileşme yetersizdir, Türkiye’de var olan dünyevileşme değil sert bir laikliktir ve son olarak milli sekülerizmin en can alıcı noktası bilgi felsefesi mevcut sorunlarımız çözmeye yetecek kudrette değildir. Milli mutabakat, sanayileşme ve demokrasi kültürünün azlığı birbirine bağlı üç durum. Esasında sanayileşmenin gelişimiyle yani şehirleşmenin artmasıyla demokrasi gelişecek. Çünkü o esnada refah artacak. Refahın olduğu bir toplumda da milli mutabakat ortaya çıkacak. Peki, bilgi metodu nasıl değişecek? Hocaoğlu bu noktada şunu teklif ediyor. Osmanlı dünyevileşmesiyle cumhuriyet dünyevileşmesinin temel farkı şu; Osmanlı ortadan kaldırmak istediği kurumu muadilini yaratarak teşvik etmiş, cumhuriyetse ortadan kaldırmak istediği kurumu gerekli şartları oluşturmadan ortadan kaldırmış. Bu da farklı oluşmasına neden ol muş. Durmuş Hocaoğlu bu noktada bilgi metodunun değiştirilmesini teklif ediyor ve laisizim ve sekülerleşmenin temel farkının şu olduğunu söylüyor: Laisizm Fransa’da ortaya çıkan bir dünyevileşme biçimi. Dine karşı serttir, dindarları baskılamayı amaçlar. Sekülerizm ise İngiltere’de ortaya çıkan dünyevileşmedir. Dine karşı sert değildir, dine karşı kayıtsızdır, dindarlarla ilgilenmez. Sadece dinin bir sosyal nizam koyucu olmasını reddeder ve Osmanlı’nın da esasında tatbik ettiği dünyevileşme metodu buydu. Osmanlı’nın ya da cumhuriyetin temel problemi dünyevileşme meselesini temel bir sistematik içinde yürütmemektir. Milli sekülerizmde asgari müşterekler konusuna gelirsek asgari müştereklerde kimlik unsurları, maddi unsurlar ve toplumsal mutabakat var. Kimlik unsurlarının oluşturucusu esasında bizim sahip olduğumuz kimliğin sadece siyasal anlamda bir ikrarı. Türkiye, Türk ve Müslüman’dır. Türkiye’nin Türk ve Müslüman kimliği çimentodur, bunun tartışılması bile mümkün değildir. Türkiye, milletler mozaiği değildir, mermerdir. Türk milletinin devletidir. Türkiye dinden uzakların da mozaiği değildir, Türklerin ülkesi, Müslümanların ülkesidir.. Buradaki Türklük ve Müslümanlık esasında sizin Allah ile aranızdaki ilişkiye yönelik bir mesele değildir, kültürel olarak Müslümanlığınızı ve Türklüğünüzü ifade eder. Yani siz kendi öz hayatınızda ateist, deist veya başka bir şey olabilirsiniz. Ancak kültürel olarak Müslüman olmanız gibi bir realite var. Çünkü toplumun içerisinde büyüdünüz. İkinci olarak müşterek maddi menfaatler kompleksi dediğimiz refahın inşası ve refah içerisinde yaşayan toplumun rahatça istediği işi yapabilme hürriyeti ve bu halin istikrarı gerekli. Çünkü bu olmazsa siz karnını doyuramayan bir halktan bir millet ortaya çıkaramazsınız. Siz karnını doyuran bir halk olmaktan öte refah sahibi bir ortam inşa ettiğiniz zaman ve kimliği açıkça belirlediğiniz zaman geriye sadece tek bir şey kalıyor; toplumsal mutabakat ve insanlar toplumsal mutabakatı kendilerinden kabul ederler. Örneğin bugün Amerika’da on milyondan fazla İtalyan var, elli milyondan fazla Latin Amerikan var, milyonlarca zenci var. Bunların hiçbiri kendi devletini kurmak istemiyor. Siyahîler bugün isyan etmiş haldeler ama yeni devlet kurmak için değil mevcut devlet içindeki haklarını genişletmek ve daha da ileriye taşımak için isyan ediyorlar. Çünkü Amerika’da refah var ve kimlik unsurları belirli. Esasında bu asgari müşterekler Türkiye’deki birliği bütünlüğe çevirecek halde olan şeyler. Birlik ve bütünlük aynı şeyler değil. Örneğin bir odanın içinde bulunan eşyalar birlikte bulunuyordur ama onların bütünlük arz etmesi için birleşmeleri lazım. Mehmet Niyazi’nin tanımıyla millet realitedir, milliyetçilik ise bu realitenin farkında olma halidir. Hocaoğlu’nun asgari müştereklerden murat ettiği ise bu realitenin herkes tarafından farkına varılması sürecidir. Son olarak milli sekülerizmin çerçeve sürecine değineceğim. Üç temel problematik alan var. İlk olarak dünya ontolojik olarak ve aksiyolojik olarak ibra edilmeli. Bununla kastettiğim dünya ve ona ait şeylerin herhangi bir problem arz etmediği makbul, meşru ve iyi olduğu düşünce dünyasında kabul edilmelidir. İkinci olarak dünya hayatı ve ona dair şeyler etik olarak sahip olunabilir ve son olarak sosyal hayatın, dünya hâkimiyeti idesine göre düzenlemesine imkân vermeyen hayat görüşlerinin ortadan kaldırılması gerekiyor. Dünyadan edinilmeyen hiçbir bilgi ile dünya hayatına dair kural da koymayacağız kurumlarımızı da oluşturmayacağız. Tamamen dünyadan edindiğimiz bilgiyle dünyayı anlamdıracağız ve dünyaya sahip olmaya çalışacağız.
Milli sekülerizm yaşanmakta olan çağdaşlaşmadır. Hocaoğlu’nun ifadesiyle mevcut çağdaşlaşmanın kaynağı olan batılılaşma hadisesini reddetmeyi bırakıp kabul etme ve bu durumu milli hale getirme eylemidir. Milli sekülerizm temel gayesi Türklere geçmişte sahip olduğu mevkii yeniden kazandırmaktır. Bu sebeple evvela çağdaşlaşacağız ve bunun için de dünyevileşmememiz lazımdır, bundan kaçış yoktur. Ancak bu ikisini, yeni bir bilme türü ortaya çıkarmak için yapacağız diyerek sözlerini noktalayan Şahin’in ardından konuya ilişkin dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılması ile program sonlandırıldı.