“Çok boyutlu küresel eşitsizliklerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyayı anlamak ve değiştirmek için sınıf, kriz, eleştiri ve kapitalizm üzerine düşünmemiz gerekiyor.” (s. 73)
Emek kavramı, doğada elde edilen veya elde edilmiş olandan elde edilen bir özün belirli ihtiyaçları karşılamak ve kullanım değeri yaratmak amacıyla yürütülen kasıtlı bir faaliyet olarak görülmektedir. Kelimenin Türkçe etimolojisine bakıldığında “zorluk, zahmet, eziyet” anlamına gelen sözcükten evrildiği görülmektedir. Kelimenin Batı dillerindeki karşılığındaysa kökeni Latince’de “ağır iş, ızdırap ve dert” kelimelerinin karşılığı olarak görülen “laborem” sözcüğüyle ilişkilendirilmektedir. Bu anlamda emek, doğada elde edilen veya elde edilmiş olandan elde edilmesi hasebiyle hem fiziksel hem de soyut çerçevede görülebilen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Geniş bir spektrumda emek kelimesi kullanım değeri yaratmak amacıyla katlanılan ızdırap olarak algılanabilir. Bu noktada tanımın tamamlanabilmesi ve emeğin doğru bir çerçeveye yerleştirilebilmesi için tanımda zımni olarak verilen kullanım değeri ifadesinin ve faaliyetin kaynağı ve nedeni olan metanın daha belirli hâle getirilmesi gerekmektedir.
İnsanlar hem fiziksel olarak hem de fikirlerin üretilmesi ve toplumun örgütlenmesi adına sonu olmayan sosyal ve politik ilişkilere dâhil olmaktadırlar. Bu çerçevede Marx, ekonominin tüm toplumlarda üretim sürecini, bölüşümü ve tüketimi içerdiğini ve emeğin de bu sisteme gömülü olduğunu açıklamaktadır. Kapital’in birinci cildinde Marx, kapitalizm tartışmasının sunumuna ilk olarak metanın tanımını yaparak başlamaktadır. “Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak kendini gösterir, bunun birimi tek bir metadır. Araştırmalarımızın bu nedenle, metanın tahlili ile başlaması gerekir.” Metalar, Marx tarafından dört farklı boyutun birleşmesiyle meydana gelmektedir. Bunlardan ilki metaların satılmak ya da mübadele için üretilmesidir. Bu boyut Adam Smith’in elmas ve su paradoksunun da temelini oluşturan bir değer sorununun kaynağını oluşturmakta; bir metanın mübadele unsuru veya amacı olarak üretilmesi, kullanım değerinin yanı sıra bir de mübadele değerine sahip olmasına neden olmaktadır. Marx için bir metanın kullanım değeri ve mübadele değeri daha sonra da açıklanacağı üzere üretimi esnasında harcanan emek değerine eşit olmalıdır. Aynı zamanda bir metanın mübadele edilebilmesi için sosyal anlamda insanları bir araya getirme ve emeğin karşılaştırılmasını sağlama gibi fonksiyonlara sahip olan mübadele mekanizmasına “piyasa”ya ihtiyaç duyulmaktadır. Bununla birlikte Marx, farklı satıcılar ve alıcılar arasındaki rekabetin fiyatı oluşturacağı ve fiyatın daha sonra üretim sürecini etkileyeceği varsayımından farklı olarak farklı mübadelenin farklı özelliklerine bağlı olarak farklı değer biçimleri anlatısı sunmaktadır. Meta biçiminin bir diğer boyutu metaların kendi aralarında görece tek tip olmalarıdır. Bu noktada doğal maddelerin özelliklerinin tek tip bir ürün haline getirilmesinde metanın maddi toplumsal karakteristiğine referans yapılmaktadır. Üçüncü olarak meta ayırt edici toplumsal emek sürecine sahiptir. Bu süreç metanın üretimindeki emeğin, üretim araçlarının ve tekniklerin birleştirilmesi sürecini ifade etmektedir. Bu anlamda bu noktada bilginin teknikle olan uyumunun altının çizilmesi emeğin bilgi boyutunu da açıklamaktadır. Son olarak metaların fayda ya da kullanım değerleri vardır. Bu noktada kullanım değerinin toplumsallığı bir diğer özellik olan mübadele edilebilirliği tarafından zaruri kılındığı için bireyin kullanım değeri aynı zamanda toplumun kullanım değerine yansımaktadır. Meta üretimi yaratılan kullanım değerinin toplumsal nispet kazanmasını gerektirmektedir.
Yukarıdaki boyutlarla birlikte emeğin konusu olan metalar, fiziki nesneler veya fiziki kullanım amacıyla üretilmiş olarak algılanmak yerine etrafındaki insani ve toplumsal ilişkilerin içerisinde şekillenen ve sosyal sistemin parçası hâline gelen şeyler olarak algılanmaktadır. Meta kelimesi bu anlamda fiziksel şey bağlamında değil, toplumsal pratik anlamında değerlendirilmelidir.
Metaların üretimi aşamasında “biçimlendirilmiş emeğin çift yapılı karakteri” kullanım değeri üreten somut emeği ve değer üreten soyut emeği barındırmaktadır. Bu anlamda Marx’a göre metanın değeri kullanım değeri ve değişim değeri olarak ayrı ayrı düşünülmelidir. Yukarıda bahsedildiği gibi emeğin toplumsal değer taşıması da elzemdir. Marx’a göre kullanım değeri, bir malın nesnel niteliklerine dayanarak insan ihtiyaçlarını karşılama kapasitesini ifade ederken mübadele değeri ise toplumsal olarak gerekli emek zamanı tarafından belirlenir.
Kullanım değeri, bir ürünün üretiminde harcanan emek gücüyle doğrudan ilişkilidir ve piyasa mekanizmasının olmadığı dönemlerde, ürünün değerini belirleyen temel unsur olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda, üretim sürecinde işçinin harcadığı emek, üretilen malın fiziksel ihtiyaçları karşılama kapasitesi ile doğrudan orantılıdır. Ancak Marx, sanayileşme süreci ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimiyle birlikte, kullanım değerinin yanı sıra değişim değerinin de belirleyici bir unsur hâline geldiğini öne sürer. Kapitalist üretim sisteminde, işçi emeğini üretim sürecinde harcasa da bu emek doğrudan kendisi için bir değer yaratmaz. Bunun yerine, işçinin harcadığı emek, kapitalistin artı değer elde etmesini sağlayan bir mekanizmaya dönüşür. Marx’a göre, tüm malların değeri, üretim sürecinde harcanan emek tarafından belirlenir ve bu emek, artı değer yaratma kapasitesine göre üretken veya üretken olmayan emek olarak sınıflandırılır.
“Küçücük delikte sürünürken, ellerinizi ve parmaklarınızı kullanarak kazıyorsunuz, doğru dürüst kazmak için yeterince boşluk yok ve her tarafınız kötü bir şekilde sıyrıklarla doluyor. Ve sonra, elinizde kalay taşıyla birlikte nihayet dışarı çıktığınızda, onu sizden silah zoruyla almak için bekleyen askerlerle karşılaşıyorsunuz. Bunun anlamı ekmek alabileceğiniz hiçbir şeyinizin olmamasıdır. Dolayısıyla biz her zaman açız” (Finnwatch 2007, 20).
Kapitalizmde artı değerin maksimizasyonu, girdi maliyetlerinin minimizasyonunu gerektirmektedir. Bu çerçevede günümüzde üretim maliyetlerinin azaltılması amacıyla üretim süreçleri sıkı bir dönüşüm içerisindedir. Geleneksel üretim yöntemlerinin terk edilerek daha kısa sürede daha fazla metanın üretilebilmesi için üretim süreçlerinin modernize edilmesi, günün sonunda temel maksimizasyon problemini değiştirmemektedir. Bu esnada dünyanın dijitalleştirilmesi, çağın en önemli trendi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dijitalleşme kelimesi günümüzde kullandığımız elektronik aletlerden farklı olarak temelde verinin elektronik olarak işlenmesi ve gösterilmesi süreciyle ilgilidir. Bu nedenle, dijitalleşme sürekli döngü hâlinde verileri birleştirmek ve anlamlı çıkarımlar yapmak olarak algılanmalıdır. Küreselleşmeyle hız kazanan dijital dönüşüm, temelde sayısal olarak işlenen verilerin insanlar tarafından üretim süreçlerinde kullanılmak üzere birleştirilmesi ve işlenmesi anlamına gelmektedir. Bu süreçte, geleneksel iş modelleri yerini veri analitiği, yapay zekâ, bulut bilişim, nesnelerin interneti ve otomasyon gibi dijital teknolojilere bırakmaktadır.
Ekonominin odak noktası olan dijital dönüşüm alanı, ülkelerin birbiriyle rekabetini artırarak hizmet kalitesini yükseltirken maliyetleri düşürmek suretiyle ekonomik büyümeyi sağlayacağı bir fırsat penceresi sunmaktadır. Öte yandan iş süreçlerinde insan gücünün tasfiye edilmesi ve yerine makinelerin getirilmesi sosyal anlamda da bir dönüşümün kaynağı olarak dijital dönüşümü karşımıza çıkarmaktadır. Bu süreç eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetlerinin ulaştığı kişi sayısını artırırken aynı zamanda istihdamın dolaylı yollardan azalması, belirli sosyal güvenlik güvencelerinin sağlanmasını zaruri kılmaktadır. Öte yandan bilgi iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması ve bilgisayarlaşma eğiliminin artması, kapitalizmin ve çalışma ilişkilerinin değişiminde büyük etkiler doğurmuştur. Bir diğer taraftan bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretilmesi esnasında emek ve emeğin karşılığında alınan ücret dünyada gelir asimetrisini artırıyor gözükmektedir. Fuchs, dijital emeğin yukarıda açıklanmaya çalışılan kuramsal çerçeveden önce, ilk olarak bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretim süreçlerini coğrafi olarak farklı örneklerle ifade etmektedir.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DRC), Etiyopya, Mozambik, Ruanda, Güney Afrika, Zambiya ve Zimbabve gibi Afrika ülkeleri; teknolojik araçların üretimi için kritik öneme sahip minerallerin en büyük üreticileri arasında yer almaktadır. Bununla birlikte, kıta genelindeki ülkeler bu minerallerin işlenmiş haliyle önemli bir ithalatçı konumunda bulunmamaktadır. Bu durum, Afrika’nın doğal kaynaklarının küresel pazarda ucuz iş gücü ile işlenmesine rağmen, bu sürecin ekonomik getirilerinden yeterince yararlanamadığını ve ekonomik anlamda dışlandığını göstermektedir. Afrika ülkelerinde mevcut çalışma koşulları, sahip olunan doğal zenginliklere rağmen yüksek dış borç yükü, düşük ücretler ve insani koşullardan uzak çalışma ortamları ile nitelendirilmektedir. Bu olgu, dünyanın az gelişmiş ekonomilerinde yaygın olarak görülmekte olup kapitalist sistemin düşük iş gücü ve girdi maliyetleri ile kâr maksimizasyonunu hedefleyen yapısını ortaya koymaktadır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti, küresel iletişim teknolojisi ve batarya üretiminde temel bileşen olarak kullanılan çok sayıda değerli madene ev sahipliği yapmaktadır. Ancak ülke, siyasi istikrarsızlık ve güvenlik sorunlarıyla mücadele etmekte olup bu unsurlar, emeğin sömürüsü ve insani olmayan çalışma koşullarının devam etmesine neden olmaktadır.
Afrika ve diğer az gelişmiş bölgelerden çıkarılan değerli minerallerin işlenme aşaması genellikle Asya’nın modern endüstriyel merkezlerinde gerçekleşmekte olup özellikle Çin, Malezya, Endonezya ve Tayland gibi ülkeler, bu sürecin merkezinde yer almaktadır. Bu ülkeler, yer altı kaynaklarından elde edilen ham maddeleri, küresel pazarlara sunulmak üzere işlenmiş ürünlere dönüştürmektedir. Örneğin Hon Hai Precision (Foxconn), 2012 yılında dünyanın en büyük 156. şirketi olarak listelenmiş olup Apple gibi önde gelen markalarla küresel pazarda önemli bir oyuncu hâline gelmiştir. Bu fabrikalarda çoğunluğu kırsal bölgelerden gelen göçmen işçiler düşük ücretlerle çalışmaktadır. Ağır çalışma koşulları ve düşük iş gücü maliyetleri, bu üretim merkezlerinin kâr maksimizasyonuna odaklanmasının bir sonucudur. 1984 yılında gerçekleşen bir suikast sonucu Hindistan başbakanlığına gelen Rajiv Gandhi, teknoloji odaklı bir ekonomi politikası benimseyerek özellikle bilgisayar endüstrisi alanında deregülasyon, yabancı yatırımları teşvik etme ve bilgi işlem teknolojilerinin ihracatına odaklanmıştır. Bu strateji, Hindistan’ın yazılım endüstrisinin küresel pazardaki etkinliğini hızla artırmış ve 2000-2009 yılları arasında yazılım ihracatında önemli bir büyümeye yol açmıştır. 2010 itibariyle, yazılım hizmetleri Hindistan’ın toplam hizmet ihracatının %54,4’ünü oluşturmuş, bu oran 2011 yılında %58’e yükselmiştir. Bununla birlikte, Hindistan iş gücünün yalnızca küçük bir bölümü bu sektörde istihdam edilmiş olup sektörün hızlı gelişimi düşük ücretler ve zorlu çalışma koşulları gibi emeğin sömürüsüne dayalı bir yapıyı da beraberinde getirmiştir.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretimi esnasında emek, farklı coğrafyalarda farklı biçimlerde tezahür etmektedir. Bununla birlikte internet gibi kapsayıcı ağların yükselişi ve tamamen dijital platformlarda gerçekleşen işler için “dijital emek” kavramı emek biçimi olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde kurumsal sosyal medya platformları, kullanıcı verilerini ticari bir meta haline getirerek hedeflenmiş reklamcılığa dayalı bir iş modeli benimsemektedir. Kullanıcıların oluşturduğu içerikler, profil bilgileri, sosyal ağları ve çevrim içi davranışları, bu platformların ekonomik değer ürettiği temel unsurlar arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, kullanıcıların platformlarda geçirdiği zaman ve ürettikleri veri, emek ile ilişkilendirilebilecek bir değer yaratma sürecine dönüşmektedir. Bu süreç milyonlarca kullanıcının içerikleriyle birbirini besleyen sistemleri açıklamaktadır. Üretim ve tüketimin birbirini beslediği “üretken tüketim” veya “prosumpsiyon” kavramı kullanıcıların hem üretici hem tüketici olarak platformların pazarlanmasında harcanan zımni emeği göstermektedir. Sonuç olarak kullanıcıların internet üzerindeki etkileşimleri sadece bireysel deneyimlerle sınırlı kalmayıp dijital ekonomide yeni bir değer yaratma sürecine dönüşmektedir. Öte yandan bu süreç geleneksel çalışma modellerinden farklı olarak ücretlendirilmemekte ve boş zamanlarda gerçekleştirilmektedir. Bu yönüyle dijital emek kavramı, yukarıda bahsedilen nitelikte bir metanın üretilmesi esnasında ev içi ücretsiz emekle benzer şekilde kapitalist sistemin maliyetleri dışsallaştırma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Tıpkı dijital araçların üretiminde olduğu gibi, maliyetlerin dışsallaştırılıp girdi minimizasyonu ve kâr maksimizasyonu amacıyla gerçekleştirildiği bu süreçte, denetim mekanizmalarına tabi tutulmadan ve sınırlandırılmadan sürdürülebilir hâle gelen bir üretim yöntemi ortaya çıkmıştır. Araçların üretiminde fiziksel baskı ve zor kullanım, emek sömürüsünün belirli bir aracıyken dijital emekte bu baskı, daha çok sosyal ve psikolojik dinamikler üzerinden şekillenmektedir. Sosyal medya platformlarının, kullanıcıları belirli bir ekosistem içinde tutarak dijital hizmetlere olan bağımlığının artmasını sağlaması, sermayenin bu süreçleri dolaylı yoldan kontrol etmesine imkan sağlamaktadır.
Öte yandan kapitalist üretim süreçlerinde işçilerin emeklerinden ve üretim araçlarından yabancılaşması, dijital emek bağlamında da benzer bir şekilde ortalaya çıkmakta; kullanıcılar platformları terk etmeleri hâlinde sosyal izolasyon ve dezavantajlı bir konuma düşme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Ek olarak kullanıcı deneyimleri ve etkileşimleri sermaye tarafından kontrol edilmekte, elde edilen ve işlenen veri bir emek olarak değerlendirildiğinde platform sahiplerince kullanılmaktadır. Bu çerçevede emeğin kontrol edilmesi, emeğin nesnesinden yabancılaşma, emeğin araçlarından yabancılaşma ve emeğin ürününden yabancılaşma bağlamında kullanıcılar, geleneksel üretim biçimlerinde gözlemlenen yabancılaşma çeşitleriyle karşı karşıya kalmaktadır.
Sosyal medya kullanıcıları, çevrim içi ortamda iki temel kullanım değeri üretmektedir. Bunlar bireysel iletişim ve kamusal görünürlük olarak özetlenebilmektedir. Platformlar aracılığıyla sosyal ilişkiler kurarak bireysel fayda sağlamaktır. Aynı zamanda, bu etkileşimler hedeflenmiş reklamcılığın altyapısını oluşturmakta ve sermaye için ek bir değer yaratmaktadır. Bu çift yönlü kullanım değeri, sosyal medya platformlarının hem kullanıcıların sosyal ihtiyaçlarını karşılayan hem de reklam sektörüne hizmet eden bir yapıya sahip olmasına yol açmaktadır. Kullanıcılar tarafından üretilen veri ve etkileşimler, platformlar tarafından metalaştırılarak ticari bir ürün hâline getirilmektedir. Böylece bireysel iletişim ve toplumsal etkileşim süreçleri, sermayenin doğrudan kazanç sağladığı bir mekanizmaya dönüşmektedir.
Dijital emek kavramının öncülerinden olan Christian Fuchs, Marksist terminolojiyle uyumlu bir şekilde yaptığı değerlendirmede, üretim sürecinde insanların karar verici olmadığı ve hem üretim araçlarını hem de üretilen ürünü kontrol edemediği bir yabancılaşmadan bahsetmektedir. Bununla birlikte Fuchs, literatürdeki karşılıklı üretim tüketim ilişkisine ek olarak dijital emeği tanımlarken bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretiminde kullanılan tüm emek biçimlerini kapsayacak bir tanımlama önermektedir. Yukarıda örneği verilen ürünün ham maddesinin çıkarılması, montajı veyahut geliştirilmesi Fuchs’a göre dijital emeğin kapsamı içerisindedir. Özetle dijital emek, sadece prosumpsiyondan ibaret de değildir. Küresel sömürü ekolojisinin bir parçası olan bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretimi esnasında ekolojinin her bir noktasında yabancılaşmayı içeren her bir adım dijital emek içermektedir. Dijital emek, dijital medya teknolojileri ve içeriklerinin üretimi sürecinde çalışan bireylerin, emekleri ve ürettikleri içerikle olan ilişkilerinin kapitalist sistem içinde yabancılaşmaya uğramasını ifade etmektedir. Bu bağlamda dijital emek, bireylerin kendi emek güçlerinin sermaye tarafından kontrol edilmesi ve yönetilmesiyle yabancılaştırıldığı bir durumu yansıtır.
Dijital emeğin kavramsal çerçevesine değindikten sonra bu yazıya konu olan “Dijital Emek ve Karl Marx” kitabı hakkında bilgi verilmesi ve Fuchs’un bu kitabıyla ilgili literatürde tuttuğu yerin önemine değinilmesi gerekmektedir.
Kitapta, Marx’ın emek ve değer kuramları temel alınarak dijital emek kavramı ele alınmakta ve bu bağlamda ilk olarak Marx’ın güncelliği tartışılmaktadır. Marx’ın ve Marx felsefesinin kaynak aldığı literatürden yoğun bir şekilde yararlanan çalışmada konuyla ilgili kuramsal çerçeve oluşturulduktan sonra tarihsel ve güncel tartışmalar incelenmektedir. Bununla birlikte üç ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, yukarıda özetlemeye çalıştığımız teorik temellendirme yapılırken ikinci bölümde, altı farklı vaka üretim ilişkileri incelenmektedir. Bu sayede Fuchs’un diğer çalışmalarında yaptığı gibi kavramın genişletilmesi ve tüm bilgi ve iletişim araçları üretim ekolojisinin dijital emeğin bir parçası olarak görülmesi gerektiği iddiası temellendirilmektedir.
Christian Fuchs’un çalışması, Marx’ın emek kuramını yeniden değerlendirerek dijital emeğin sermaye birikim süreçlerindeki rolünü analiz etmektedir. Kitap, dijital medya ve iletişim teknolojileri bağlamında izleyici emeğinin nasıl metalaştığını açıklarken birçok yaklaşımı bir araya getirmektedir. Fuchs, sosyal medya platformlarının kullanıcı verilerini ve etkileşimlerini sermaye birikimi için nasıl kullandığını detaylandırarak bu süreci, “internet üretici-tüketici (prosumer) meta biçimi” kavramı çerçevesinde ele almaktadır. Ayrıca, neoliberal politikalar doğrultusunda akademik emeğin nasıl yeniden yapılandırıldığını ve performans değerlendirme sistemlerinin akademik üretim üzerindeki etkilerini incelemektedir.
Kitap, Marx’ın emek kuramını yeniden değerlendirerek emeğin metalaşma sürecini ve izleyici emeğini ele almaktadır. Frankfurt Okulu ve Eleştirel Medya Ekonomisi bağlamında dijital emek olgusunu tartışan yazar, bu kuramsal yaklaşımların birbirini tamamlayıcı yönlerine dikkat çekmektedir. Ek olarak, neoliberal politikalar çerçevesinde akademik emeğin nasıl düzenlendiğini ve niceliksel performans değerlendirme sistemlerinin akademik üretim üzerindeki etkilerini irdelemektedir. Genel olarak eser, dijital emek çalışmalarına katkı sağlayan ve Marx’ın güncelliğini ortaya koyan önemli bir akademik kaynak niteliğinde değerlendirilmektedir. Literatürde, çalışmanın kuramsal derinliği, eleştirisel perspektifi ve vaka analizlerinin hem akademisyenler hem de konuya ilgi duyan okuyucular için değerli bir referans oluşturacağı ifade edilmektedir.