İlmi bilgilerin genişletilmesi ve yeni fikirlerin üretiminin arttırılmasını hedefleyen Düşünce Dergisi, yazar ve okurun bir araya geldiği Düşünce Sohbetleri'nin dokuzuncusunu gerçekleştirdi. KOCAV Erol Güngör Kültür Merkezi Ömer Lütfi Mete Salonu’nda 24 Şubat 2018 tarihinde gerçekleşen sohbete Gökhan Duman konuk oldu.
"Bir Göç Hikâyesi: Bavulumdaki Fotoğraflar" başlıklı sohbete Gökhan Duman göçe dair izler taşıyan ve her birinin ayrı bi kaderi olan eşyalarla başladı. Elindeki pasaportla söze giren Duman şöyle devam etti: “Pasaport sahibi Refik Özer. Pasaport 1962 yılında tanzim edilmiş bu ilk nesil işçilerden olduğunu göstermekte. 1963’ün 19 Ocağın’da basılmış bir mühür var bir sonraki mühür ise 1965 Haziran’da basılmış. 2,5 yıl boyunca memlekete gelmemiş ve geldikten sonra pasaportta başkaca bir mühür yok. BU da göstermekte ki Refik amca gidenlerin kalanlara verdikleri sözü tutmuş 'Gideceğiz, çalışacağız, para kazanıp döneceğiz.' Fakat bugün anlatılacaklar geri dönmeyenlerin hikâyesi.”
YOLCULUK HİKÂYESİ
Duman o dönem Almanyasının savaşının üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen toparlanamamış olduğunu yüz binlerce işçi açığı olduğunu bu sebeple Avrupa’nın çeşitli yerleriyle anlaşmalar yapıldığını fakat hala işçi açığı olduğunu belirttikten sonra bu anlaşmanın Türkiye ile olan kısmına şöyle değindi: “1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında bir anlaşma yapılıyor diğer bütün anlaşmalardan farklı olarak burada üç madde var. Bunlar; anlaşma kapsamında Almanya’ya giden işçiler iki yıl süreli çalışıp Türkiye’ye geri dönecekler, ailelerini yanlarına almayacaklar, kapsamlı bir sağlık kontrolüne tabii olacaklar. Bu anlaşma kapsamında 61 sonbaharında Tophanede bir İş kur ofisine Almanlar yerleşiyor. Yedi kişiyle gelen kadro zamanla yüz elliye kadar çıkıyor. 12 yıl boyunca buradan 2.600.000 başvuru alınıyor bu zaman diliminde. Başvuruların başladığı tarihte Türkiye’nin nüfusu 30.000.000, 1973 yani işçi alımının durduğu yıl 37.000.000. O zaman göre başvuru sayıları muazzam. Bir dönem oldu ki Türkiye’de gazetelerin, radyoların, televizyonların yurt dışına giden işçilerle haber yapmadığı gün yoktu. Mecliste bunlar tartışılıyordu. Bu durum bir döneme damgasını vurmuştu fakat zamanla hikâyeler geride kaldı.”
Daha sonra Duman Tophane'de başvuru alınmasının belirli şartları olduğunu bunların; vasıflı işçilerde yaş sınırının erkeklerde 40 kadınlarda 45 olduğunu, vasıfsızlar içinse sınırın beş yaş daha aşağı çekildiğini, 18 yaşından büyük olunması gerektiğini ve en fazla beş çocuğa sahip olunması gerektiğini gibi haller olduğunu söyledi. O dönemki gazete arşivlerine bakıldığında yaş büyütme davalarının çok olduğunun görüldüğünü ve hükümetinde iki şahitle mahkemeye gidip yaş büyütmeye imkan sağladığını belirtti. İlk hikâyemizle başlayalım diyerek konuşmasına devam etti; “Hatice-Aliekber Çalışkan. Malatyalı bir aile, çok fukara bir aile ve tek çıkış yolu olarak artık yurt dışına gidişi görüyorlar. Aliekber amca birçok prosedürü yerine getiriyor fakat takıldığı bir yer var. Kendisinin 5 çocuğu var. Oradaki bir memur yol gösteriyor ona ’ Senin bütün şartların tutuyor, 5 çocukla seni kabul edemeyiz sen git bu çocuklardan birini hallet gel. ‘Aliekber amca düşünüyor ve en son muhtara gidiyor derdini anlatıyor. Çocuklardan en küçük olanını sicilde öldü olarak gösteriyorlar ve ölüm kâğıdını alan Aliekber amca prosedürü tamamlayıp Almanya’ya gidiyor. Almanya da bir yıl içinde ailesinin izin kağıdını çıkarıyor fakat en küçük çocuk yaşadığı halde öldü olarak gösterildiği için ona izin kağıdı çıkaramıyor, bırakacak kimse de yok. Ayrıca izin aldıktan sonra belirli süre içinde ailesini getirmek zorunda. Aliekber amca izin alıyor Almanya’da çalıştığı yerden ailesini getirmek için ve o dönem köyünün bağlı bulunduğu ilçede nüfus müdürlüğü yanıyor. Kayıtlar yandığı için yeniden nüfus kayıtları çıkarılıyor ve Aliekber amca beş çocuğunun da kaydını yaptırarak hepsini alıyor ve Almanya’ya dönüyor.” Bu hikâyeden sonra Duman Tophane'de oluşan sektörden bahsetti. Oradaki dükkânların hepsi, lokantalar dahi pasaport koşturma, tansiyona bakma (yüksekse düşürme), bavul satma gibi ihtiyaç duyulabilecek şeylerin temin edilebilir ya da hizmeti alınabilir bir ortama zemin hazırladığını söyledi buna dair üzerinde "Almanya Yolcusu Bu Kitabı Yanından Ayırma" yazan bir kitap gösterdi.
Daha sonra belirli aşamaları geçtikten sonra işçilerin sınava tabi tutulduğu, bu sınavların 15 çeşit olduğu; genel kültür, mesleki bilgi vb. oluşan bir süreçten bahsetti. Mesleki bilgiden anlaşılması gerekeninse; Almanya’nın işçi beklediğini vurgulayarak örneğin başvuranın bir inşaat işçisiyse ondan orada bulunan tuğlaları örmesi istendiğini söyledi. “Şartlardan biri de sağlık kontrolüydü ve bu çok önemliydi eğer ki geçemezse eleniyordu.” diyerek sözlerine Kars’ın Arpaçay ilçesinden Mikail amcanın ağzından aktaracağı bir hikâyeyle devam etti. “Sağlık kontorülden geçmek için kader arkadaşlarımızla beşer altışar gruplar halinde bir Alman doktorun muayene odasına çağrılmıştık. Türkçe konuşan bir bayanın direktiflerine uymak zorunda kalmıştık ve bu bayan önce bize herkesin alt çamaşırları hariç tüm giysilerini çıkarmasını söyledi. Malatyalı bir arkadaş giysilerini çıkarmaya başlayınca biz de bundan cesaret alıp soyunmaya başladık ama birbirimizden utandığımızı da saklayamıyorduk. Almanya yolunda önümüze çıkan her türlü engeli aşmaya kararlıydık. Bir süre sonra aynı bayan bir Alman doktor eşliğinde tekrar odaya geldi. Doktor bizi teker teker göz kontrolünden geçirdikten sonra kadın tercüman aracılığıyla alt çamaşırlarımızı da indirmemizi istedi. İşte o an bir kâbus yaşadık. Bir kadının olduğu yerde ve yabancı kişilerin gözü önünde anadan doğma çıplak şekilde beklemenin yerine o an yerin dibine girmeyi tercih ederdim.”
Duman Mikail amca dahil kadınlı erkekli bu sınava giren herkes bu kontrole maruz kaldı diyerek birkaç kısa anıya daha şahitlik etmemizi sağladı. “Bu sınavları geçenlerden biri eşinin yanına gidiyor ve ben Almanya’ya gidiyorum diyor eşi başta ses etmiyor duymamış ki daha önce adını. Yolculuk üç gün sürüyormuş diyince eşi o an ki duygularını şöyle ifade ediyor ‘İşte o zaman anladım benden ne kadar uzağa gittiğini.’ O dönem İsviçreye gidecek olan biri gideceği belli olunca eşine bunu söylüyor eşi de ona ‘Akşama geç kalma‘ diyor. Yine civar köylerden birine odun toplamaya gittiğini sanıyor. Tophanede kahvede geçen sohbetlerden biri ise şöyle; kahvede oturanlardan biri biz bu Almanya’ya nasıl gidicez diyor ona cevaben bir diğeri Almanya dediğin nedir ki Edirne’nin yanında diyince öbürü iyi o zaman her akşam otobüsle gider geliriz diyor. Bu kadar bilinmeyen yere gidiliyor...”
Sınavları kazanılmasından sonraki aşamayı ise şöyle anlattı Duman: “Sınavlar kazanıldıktan sonra bir hafta on gün süre veriliyor yakınlarla vedalaşılması için bu süre boyunca Alman görevliler biraz geri çekiliyor ve İş kurda çalışan memurlarımız devreye giriyor. Hollanda’da göç araştırması yapan bir enstitüsüden bulduğum devlet mekanizmasının giden işçilere yazdığı öğütleri okumak istiyorum. ‘Para biriktireceğim diye gerektiğinden aşağı bir şekilde yaşama. Evine muntazam mektup yaz, kendini merak ettirme. Sıkıntıların olursa hepsini yazma. İşini çabuk öğren, en iyi şekilde yap. Boş ver diyene uyma.’ Tabi bu öğütler zamanla artıyor.” Daha sonra tren yolcuğuna değindi, Sirkeci için "Vedaların Başkenti" ifadesini kullandı ve devam etti. “Almanya’ya giden bütün trenler Sirkeci’den kalktı. O dönem bir tren geldi. Çelimsiz bir tren… Uzun yol için yapılmadığı her halinden belli. İçinde kalorifer yok, yataklı değil, başlarını yaslayacak yerleri bile yok ve bazı vagonlarda oturacakları yerler tahta ızgaralardan olduğu için etlerine yapışmasın diye 15 dakikada bir kalkmak zorundaydılar. Orada çok duygusal sahnelerin olduğu biliniyor çünkü orada son kez ailelerine veda ediyorlar. Besime teyzenin bi hikâyesi var: ‘Çok fukaralar, başka çaresi yok. Almanya o zaman kadın işçi istiyor. Kadın işçilerin sınavları her zaman daha kolay oluyordu. Türk ve Yunan kadınlarının elleri ince (narin) olduğundan dolayı elektronik fabrikalarında küçük parçaları daha rahat taktıkları ve bu yüzden kadınları daha çok tercih ettikleri gazetelerde de yazıyor. Bunun bir sebebi daha var şöyle ki o dönem Almanya’da Alman olup olmaması fark etmeksizin kadınların hepsi erkeklerden düşük ücretlerde çalışıyor. Besime teyze de bu kadınlardan biri fakat onun kucağında 2 aylık bebeği var. Besime teyze trendeki son anonsunun sonuna kadar çocuğunu emziriyor tren hareket etmeye yakın çocuğunu sütünden ayırıp babasına teslim ediyor. Trende besime ateşleniyor sütünü emziremediği için ve kadınlar bir araya gelip Besimenin sütünü küstürmeye çalışıyorlar soğuk sularla.'‘Daha sonra ise Uzunköprü'nün vedalar için önemine vurgu yaptı: “Uzunköprü çok önemli çünkü memleketi son gördükleri, bayrağın en son dalgalandığı, askerin onları uğurlamak için havaya üç kez ateş ettikleri yer. Gidenler, gurbet denen bir yer olduğunu burada anladık diyor. Uzunköprü'de bavulunu alıp inen çok insan var. Bir dönem bu sayı artınca trendeki Türk görevliler Uzunköprü'de ayağa kalkmayı yasaklıyor. 2 gece 3 gün süren bu yolculuk nihayet Münih’te son buluyor. Münih tren istasyonunun 11. Peronu. 11. Peronun altında ‘Sevkiyat Merkezi’ var. Gelen işçiler caddeye, sokağa dışarı karışmasın diye bir an önce bu merkeze alıp orada işlemlerini yapıp daha sonra gideceği yerlere uğurluyorlar. Bu sevkiyat merkezine en yakın peron 11. Peron olduğu için de trenler burada duruyor. Orada gelen gruplara mütevazı kahvaltılar (Alman çöreği, sert kahve) veriliyor. Sevkiyatlar süresince kahvelerin tüketilmediği görülünce zamanla öğreniyorlar ki Türkler çay içer. Daha sonra kahvaltı değişiyor bunların içine peynir, zeytin, çay ekleniyor. Daha sonra dağıtımlar gerçekleşiyor. Belçika’ya madenci olarak giden biri ancak oraya gidince anlayabiliyor madenci olduğunu, kendisi 18 yıl boyunca yerin altında çalıştığını ama karanlık korkusunun olduğunu ifade ediyor.” Duman, Sevkiyat Merkezinden gerçekleştirilen bu dağıtım hikâyelerinden biriyle devam ediyor “Azmi amca 5 kişilik bir gruba düşüyor. Wertheim’a gidene kadar herkes iniyor en son görevli dahi iniyor. Trenden tek başına iniyor Azmi amca onu 5 takım elbiseli adam karşılıyor, başta fabrikanın müdürü. Müdürle beraber Wertheim turu atıyorlar, müdür anlatıyor fakat Azmi amca dil bilmediği için bi şey anlamıyor haliyle. Müdür yemek sırasında Azmi amcaya 20 Mark veriyor. Ertesi gün fabrikaya gidiyor kendisine yapacağı iş anlatılıyor, maaşının 580 Mark olduğu söyleniyor hemen ardından yirmi mark maaşından kesiliyor Nedenini sorduğunda müdürün dün ona 20 mark verdiği söyleniyor. Azmi amca Alman usulü neymiş o zaman anladım diyor.”
Duman işçilerin orada geçen günlerini şöyle anlatıyor “Giyinip kuşanarak bayramları istasyona gidiyorlar. Acaba burada bir tanıdık çıkar mı, birinin yardıma ihtiyacı olur mu? 20 yıl boyunca her tatil gününde aynı istasyona gelip aynı banka oturan amcamız var. Saatlerini hiç Almanya saatine kurmamış amcamız var. Yurt/pansiyon ortamına gelecek olursak; eğer o gün birinin mektubu geldiyse o gün bayram. Mektubu gelen eğer içinde müjdeli haber varsa bütün yurda bi şey ısmarlıyor. Ve radyolu günler… Bir akşam radyoyu kurcalarken tanıdık bir ses geliyor. ‘Burası Ankara Türkiye’nin Sesi Radyosu haberler’ diyor. Radyonun düğmesini tutanın eli titriyor ancak elini kıpırdatmamaya gayret ediyor. 5 dakikalık haberlerden sonra spiker şimdi Nida Tüfekçiden bir eser dinliyoruz, ‘Sabahınan esen seher yeli’ diyor. Daha sonra düğmeyi tutkalla yapıştırıyorlar.”
Duman’ın anlattığı bir diğer hikâye ise şöyle; Ford Fabrikasında öyle bir dönem geliyor ki 30.000 lik fabrikada 12.000 türk çalışanın olduğunu ifade ediliyor. Çalışanlar 1976 bayram namazını fabrikada kılmak istiyorlar yıllık izinlerini kullanamadıklarında dolayı. Ustabaşlarına gidip bu durum için izin alıyorlar. Sektör şefleri bi toplantı yapıp bütün Türkler buraya giderse bantlar durur diyip izni iptal ediyorlar. Fakat izinin iptal olduğunu bazıları öğrenemiyor ve bayram sabahı namazın kılınacağı yere geliyor. Gelenlere iptal olduğu bilgisi veriliyor. Herkes dağılıyor fakat içlerinden bi kaç tanesi ne olursa olsun kılalım diyor birkaç derken bulundukları yer doluyor herkes namazını kılıyor, haliyle bantlar duruyor. Namaz bitince usta ve şeflere de odalara kadar gidilip baklava ikram edilince bu durum sadece uyarılmalarıyla sonlanıyor.
1964’te 2 yıllık sınırlamanın kaldırıldığını, göçmen işçiler arasında en kalifiye işçilerin Türklerden oluştuğunu belirtiyor. Ancak o dönem Türkiye’de kalifiye işçi kalmadığını da ekliyor. Kalifiye işçi olmalarına şöyle bir örnek veriyor; öyle ki bir bandın saatte üreteceği parça sayısının belirlendiği akort sistemi Türklerin 70 parça olarak belirlenen bu sistemde 110 parçaya kadar üretim yapmaları dolayısıyla değişiyor.
Son bir hikâyeyle konuşmasını tamamlıyor Duman “İlmiye teyze çalışmak için çocuklarını komşusuna bırakıp geliyor. Kızı Nurten annesi gittikten bir yıl sonra bir hostes nezaretinde Almanya’ya getirildiğinde kızı onu tanımıyor. Babası daha geç geldiği için babasını hatırlıyor aylarca babasının elinden yemek yiyor, banyosunu babası yaptırıyor. İlmiye teyze şu an hastalığı dolayısıyla hayata dair hiçbir şeyi hatırlamıyor hatırladığı tek kişi Nurten”
Duman bu anlatımından sonra ben size nehirlerden bahsediyorum okyanus kadar hikâye var dedi sohbet soru-cevap faslı ve katılanların katkılarıyla sona erdi.