Düşünce Sohbetleri’nin konuğu Düşünce Dergisi'nin 7. Sayısı olan Kent sayısında “Kentsel Yabancılaşmadan Özgürlüğe Giden Bir Yol Var Mı?” yazısıyla yer alan İbni Haldun Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alev Erkilet idi. 11 Aralık 2020 tarihinde KOCAV TV Youtube kanalı üzerinden online olarak gerçekleşen sohbetin moderatörlüğünü Kırklareli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Dr. Öğretim Üyesi Canan Özge Eğri üstlendi.
Prof. Dr. Erkilet konuşmasına şu sözlerle başladı: “Yazımda kentlerin çekiciliği meselesi üzerinden bir sorumsallaştırma yapmıştım. Kentle alakalı çeşitli alanlar arasından ben kapitalizmin kentler üzerindeki etkilerini süreç içerisinde ortaya koymaya çalıştım. Magnet olma yani şehrin cazibesinin olması durumu da bu kapsam içerisinde yer almaktadır. Kent Sosyolojisi dersine başlarken hep bahsedilen bir şey vardır. Kırın iticiliğine karşı kentin cazibesi durumu. Göçlerin de ana sebeplerinden biri olarak kabul edilir. Kırda her türlü imkana ulaşmak kenttekinden daha zordur. Dolayısıyla kent insanı mıknatıs gibi çeker. Zaman içerisinde kapitalist toplumların gelişim süreçlerinde kentleri cazip hale getirme tartışması ortaya çıkar. Bu tartışma birinci derece dediğimiz New York, Londra ya da İstanbul için geçerli değildir” dedi. İkinci kademe dediğimiz şehirler için bir tür çekicileştirme ihtiyacı olduğunu vurguladı ardından bu konudaki çalışmalardan söz etti. Seattle’ da yapılan bir çalışmaya göre kenti olduğu kent yapan öğelerin başında kahve ve Freeze isimli dizinin geldiğini söyledi. Böylece şehirleri ilgi konusu haline getirip genç insanları buraya doğru yönlendirerek şehrin cazibesini arttırdıklarından bahsetti. Fakat araştırmacıların altını çizdiği hususlardan bir tanesi de bir kente göçlerin olması o şehrin tam anlamıyla bir manyetizma sahibi olmadığını, buna eşlik eden bir ekonomik büyümenin olması gerektiğini söylediklerini aktardı.
Prof. Dr. Erkilet Howard’ın, bahçe şehirleri büyük kentlerin yakınlarında kuracağından ve o kentler aracılığıyla birbirleriyle iletişim ve ulaşım içerisinde olacaklarını düşündüğünden bahsetti. Böylece modern dönemlerde tartışılan ulaşım imkanlarının önemine gönderme yaptı ve ekledi. “Manyetizmayı oluşturan en önemli şeylerden bir tanesi de kente bir kimlik eklemektir. Bu benim dikkatimi büyük ölçüde çekmiştir. Bundan sonraki birçok tartışmayı tetikleyen şey de bu olmuştur. Çünkü kentin kimliğini icat etmek veya kentin var olan tüm özelliklerinin içerisinden birisini çekip onu çerçeveletmek önemlidir. Burada bir kentin pazarlanabilmesi için bir araç haline gelmesi meselesi vardır.” dedi. Bu yazısında buradaki yabancılaştırıcı noktaya dikkat çekerek, magnetsiz şehirler kitabında anlattığı konuyla benzer olduğunu vurguladı. Kendi hayatı, mirası, hafızası olan şehrin araçsallaştırılarak bir matah haline getirilmesi ve onun bu süreçte pazarlanması meselesinin gözler önüne getirilmesi gerektiğini söyledi. Dolayısıyla kentin sakinlerinden değil, kenti her sene ziyaret etmesi beklenen belli sayıdaki turiste ulaşma amacından bahsetti. Kentte her şeyin ölçüsü, kaç para sorusunun cevabıdır yani metalaştırma meselesidir. Cazibe tartışmaları yaparken kenti metalaştırmaya yönlendiren ve aslında kapitalist bakış açısının üreticileri haline gelen insanlardan olduğumuzu, şehri hayatımızı idame ettirdiğimiz yer değil üzerinden kar elde edilmesi gerekilen bir meta haline getirdiğimizi vurgulayarak metalaştırma bakış açısının kuvvetlendikçe bizlerin kültürümüzü kaybettiğimizi anlattı.
Sözlerine Erich Fromm’un sahip olmak ve olmak arasında ayrım yaptığı kültürel tavır alışlara işaret edebileceğimizi söyleyerek devam etti. İnsanların dünyaya, hayata, hatta kendilerine bile metalaştırıcı bir bakışla baktıklarını, her şeyin meta olarak değerli olduğunu sandıklarını söyledi. Halbuki olmak bakış açısına göre hayatını idame ettirmeye çalışan insanın hiçbir şeye araçsalcı bakış açısıyla bakmayacağını, dolayısıyla şehrin de araç olmadığını vurguladı. Sahip olmak ve olmayı kentli olmak, kent hafızasını taşımak, kenti ve kentsel değerleri yeniden üretmekle; kenti pazarlamak arasındaki yere yerleştirmek gerektiğinden ve bu şekilde davranılarak kentin pazarlama gücünün arttığından bahsetti. Pazarlama konusunda başarılı olan Barselona kentini örnek verdi. “Barselona halkına baktığımızda onların bu süreçten mutlu olmadıklarını görürüz. Bunun sebebi, Barselona halkının kente aşırı turist geldiği için kentin sahibinin değişeceği tehdidini görmeleridir. Turistlere göre düzenlenen kent, orada yaşayan az gelirli kişilerin mağduriyet yaşamalarına sebep olur. Aynı zamanda kent soylulaştıkça satabilmek için soylulaştırmanın sürekli olması gerekir. Bu durum orta ve üst gelir gruplarına yer açarken diğerlerini zamanla yerinden eder. Kentsel yenilemenin de en büyük risklerinden birisi budur. Alt sınıfları yerinden ederken, üst sınıfları şehrin cezbetmesidir. Çok iyi pazarlanmış kent örneklerine baktığımızda toplumsal sınıflar arası ilişkide kenti sadece belirli sınıfların hizmetine sunan bakış açısı ortaya çıkar.” diyerek reklamlaştırılmış görüntüye uymayan her öğenin tablonun dışarısında bırakıldığını söyledi.
Prof. Dr. Erkilet konuşmasına dinleyicilerin sorularını cevaplayarak devam etti. "Bir millet kendisini, tarihini, kültürünü, değerlerini var eden tasavvurdan mahrum kaldığı sürece kentinin varlığını nasıl koruyabilir?" sorusuna koruyamaz cevabını verdi ve ekledi “Bu şekilde metalaştırıcı bir sürecin içerisinde hızla devam edildiği takdirde korunamayacağını düşünüyorum. Çünkü somut olan ve somut olmayan kültür mirası ancak birlikte korunursa anlamlı olabilir. Kentin, değerlerin dışlaşması ve tezahürü olarak okunması gerektiğini düşünüyorum.” Bir başka soru olan ‘Şehirlerin arka mahallelerini sizin şehir bağlamınız düşünüldüğünde nasıl düşünmeliyiz?’ sorusuna ise şöyle cevap verdi: “Benim düşünceme göre o arka mahalleler şehrin kalbindedir.” dedi Osmanlı'da da bu durumun aynı şekilde olduğunu aktardı. Kenar mahalle olarak geçen arka mahalleler dayanışma örüntüleri sebebiyle ayakta kaldığını belirtti. Şehrin içinde üst gelir grubu alt gelir grubu ayrımı yoktur. Günümüzde de tek sınıflı Osmanlı Mahallesi taklidi yaratarak İstanbul’ un kurtulamayacağını savunduğunu ancak arka mahallelerle birlik olursak kurtarabileceğimizi söyledi. Devamında o semtlerin çöküntü mahallesi olmadığını, oradaki doğal hayatı uzaklaştırarak çöküntü mahallesi haline getirdiğimizi aktardı. Vatandaşı oradan götürerek, üst sınıf insanları getirerek semti kalkındırmak mümkün değildir, bu şekilde ancak Gated Comunity yaratmış olursunuz diyerek konuşmalarını sonlandırdı.