İlmi ve fikri sahada çalışmalar üreten Düşünce Dergisi, yazar ile okuru buluşturduğu Düşünce Sohbetleri’ne devam ediyor. Bu noktada Düşünce Dergisi’nin “Dil” dosyası kapsamında yedincisi düzenlenen Düşünce Sohbeti’ne İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Elmalı konuk oldu ve “Eski Türklerden Günümüze Dil ve Düşünce” başlıklı bir sohbet gerçekleştirdi.
“İnsanlar dünyayı dil yoluyla anlamlandırır, kendi zihinleride kavramlar üretirler. Dil, bir toplulukta insanların birbirleriyle karşılıklı olarak anlaşmasını sağlayan bir düzenektir. Dil hem bireylerin psikolojik, tarihsel dilsel süreçlerini yansıtır hem de bireye toplumsal bir aidiyet kazandırır. Ayrıca yaşadığı toplumla ve tarihiyle bağ kurabilmekte ve ortak değerleri taşıyabilmektedir. Yazınsallık dilin en önemli işlevlerinden biridir. Türk dili roman, şiir gibi türlerle yerine getirilen bu işlevi 6. Yüzyıldan beri işlek olarak kullanmaktadır.” sözleriyle dile kısa bir tanımlama yapan Elmalı sohbete eski Türkler kimlere denir sorusuyla başladı.
Doç. Dr. Elmalı Yazılı anlamda 6. Yüzyıldan sonra takip edebildiğimiz Türk dilini sınıflandırırken Uygur Türkçesi ve Karahanlı Türkçesi yani Hakaniye Türkçesi olarak iki koldan ilerlediğini belirtti. Bugün ilk yazılı eserler olarak 7. Yüzyıldaki Orhun Kitabeleri bilinse de bu tarihin öncesinde de yazılı metinlerin bulunduğunu ancak dillerinin Türkçe olmayıp içlerinde Türkçe ibarelerin olduğunu dile getirdi. MÖ 4. yüzyılda Çin kayıtlarında bazı Türkçe cümleler bulunması Türk dilinin çok eski dönemlerden beri var olduğunu ve yazıya geçirildiğini gösterebilir diyen Doç. Dr. Elmalı, eski Uygurca metin örnekleri olarak Nirvana Sutra, Xuanzang Biyografisi ve Abhidharma Metinleri’nden bahsetti. Uygur hükümdarı Bögü Kağan’ın devletin dinini Mani olarak ilan etmesi bir ilkti ve çok büyük değişimlere sebep oldu. Doğu Türkistan Şincan’daki Uygurlar Budizm’i kabul edince de yazılı edebiyat çok büyük bir önem kazandı. Burada Budist bir medeniyet ile karşılaşan Uygurlar, 13. yüzyıla kadar Budist külliyatı diyebileceğimiz bir kültür mirası bıraktılar. Elmalı bu külliyatın bize şunu gösterdiğini ifade etti: Eski Türkler bugün bizim kafa yorduğumuz, tartıştığımız konuları 10. yüzyılda konuşmaya başlamışlardır. Özellikle Çince’den çeviri olan Abhidharma Metinleri’ne bakacak olursak bu konudaki eşsiz örneklerden biridir. Muhteva olarak metinlerdeki dil bilgisi ve edebiyat konuları dikkat çekmektedir. Bu gibi metinlerin bolluğu ve iyi tercüme edilmiş olmaları, Türklerin yabancı dillerde ne kadar başarılı olduğunu da göstermektedir. Bu metinlerden birinin Stockholm Kütüphanesi’nde bulunduğunu belirten Elmalı, Avrupalıların bu gibi metinleri kendi ülkelerine taşıdığını ve çoğunun Almanya’da bulunduğunu ifade etti. Birer felsefi metin olarak kabul edebileceğimiz Abhidharma Metinleri’nde dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi irdelemişler ve bunu yaparken kendilerine ait kavramları kullanmışlardır. Bu metinlerdeki açıklamaların modern dilbilimciler Ludwig Wittgenstein ve Noam Chomsky’nin görüşleriyle aynı doğrultuda olduğunu gösteren Elmalı, zamanın entelektüel birikiminin boyutlarını da bir anlamda kanıtladı.
Sohbetin ilerleyen kısımlarında yönünü 11. yüzyıla çeviren Elmalı, diğer bir kültür mirasımız olan Kutadgu Bilig’den bahsederken Kutadgu Bilig’in dile ve düşünceye ait pek çok meseleyi içerdiğini vurguladı. “Dil, insanın dünyayı görme biçimini etkiler.” fikri bunlardan biridir. Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacip her ne kadar adına Dilbilimsel Determinizm demese de “Dil mi düşünceyi, düşünce mi dili şekillendirir?” sorusuna satırlarında cevap aramıştır. Hacip’e göre dil, aklın süsü; söz ise dilin süsüdür. Ünlü dil bilimci Saussure “Dil, varlığını toplum üyeleri arasındaki bir tür sözleşmeye borçludur. Öte yandan işleyişini bilebilmek için bireyin dili öğrenmesi gerekir.” demiştir. Aynı şekilde Kutadgu Bilig’de de dil, toplumsal; söz, bireysel olarak ele alınmıştır. Gönül, dil ve söz kavramlarını birbirinden ayırmış.“Dil, düşüncenin; söz, dilin bir ürünüdür.” fikrini savunmuştur. Hacip’in dili bilginin en önemli aracı görmesini, 11. yüzyıl Türklerinin akıl ve bilgiye verdiği öneme kanıt gösteren Murat Elmalı, “Bilgi, bilerek söylenilen sözün sonucudur” fikrinin var olduğunu vurgulamıştır.
“Gönül, doğru söz için dili var etti; sözü eğri olsa yanar.”
Kutadgu Bilig pek çok dilbilim konusunu bize hatırlatmaktadır. Bundan bin yıl önce eski Türk entelektüelleri kendi kavramlarıyla bugünkü modern meseleleri tartışmışlardır. Elmalı, konuşmasının devamında bu konuların daha iyi anlaşılabilmesi için Kutadgu Bilig ile ilgili disiplinlerarası çalışma yaparak yeniden incelenmesini tavsiye etti. Çünkü bugün bizim kavramsallaştırmakta zorlandığımız meseleleri 1001 yılında çok güzel bir şekilde kavramlaştırmıştır. Özellikle ürettikleri felsefi terimlerden hepimizin alacağı pek çok şey olduğunu ifade eden Elmalı, bunun akademisyenlerin gündemlerine alması gereken bir konu olduğunu, başka yerlerde aradığımız şeyleri kendi tarihimizde, metinlerimizde bulabileceğimizi vurguladı. Aynı zamanda dilin yaşayan canlı bir varlık olduğunu ve onu sadece biçimsel olarak korumaya çalışmak yerine fikri anlamda üretim yaparak ve dilin altını doldurarak ilerleme kaydedebileceğimizi ifade etti.