“Etik”, bugün artık üzerinde hiç tartışma olması beklenmeyen bir kavram gibi düşünülmektedir. Oysa, içinde bulunduğumuz kaos ortamında, bu kavramın sınırlarını belirlemeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bunun en önemli sebeplerinden biri, etik kavramının günlük hayatımızda faklı bir muhtevaya bürünerek, “ahlâk”ın yerine kullanılıyor olmasıdır. Modern toplumda ahlâk kurallarına, kısıtlayıcı olduğu gerekçesiyle negatif bir anlam yüklenirken, “etik”, kişinin kendi irade ve tercihlerinin devrede olduğu özgürleştirici pozitif bir durum olarak algılanmaktadır. Gündelik hayatın diline sirayet eden “etik tavır”, “etik düşünüş”, “etik davranış” gibi ifadeler, ahlâkîliğin göstergesiymiş gibi sunulmaktadır. Ancak bu ifadeler, ortak duyuş, düşünüş ve hissediş içeren kültürel değerlerden bağımsız bir bireyselliğe vurgu yapmaktadır. Bu yönüyle etik, modern çağın ruhuna uygun bir biçimde öznel tavır ve tutumların yüceltilmesine hizmet etmektedir.
Ahlâkın sadece sosyal alışkanlıklar, örf ve adetler seviyesine indirgenmesi nasıl doğru değilse, “ahlâkî fiil” alanında oluşan boşluğun “etik” kavramı ile örtülmeye çalışılması da doğru değildir. Her şeyden önce ahlâk, insanın eylemlerini düzenleyen ve anlamlandıran ilkeler ve değerler bütünüdür. “Etik” ise, ne toplumsal değer yargıları ne de pratik olanla ilgilenir. Bu nedenle de etik, ahlâkî fiilin karşılığı olarak gösterilemez. Rasyonel bireyin öncelendiği modern dünyada etik, sadece bireyin kendi değer yargısına dayanan ve her türlü düşüncesine geçerli argümanları sunan bir araç olarak işlev görmektedir.
(...)