Bu çalışmada, önce hayatını idame ettirmesi için insandan ayrı düşünülemeyecek olan iş ve çalışma kavramının son iki yüzyıldaki değişimine ve kimliğe anlam veren yegâne eylemlilik olarak kabulüne işaret edilecektir. Ardından, kadın emeğinin daha geniş bir şekilde kullanılmasını gerektiren hizmet sektöründeki aşırı büyümenin ve kalkınmaları ihracata dayalı ülkelerin mal üretiminde, kadınsı özellikleri taşıyan iş gücüne duyulan ihtiyacın kadınların emek piyasasına katılmasını doğal akışın dışına çıkardığına dikkat çekilecektir. Çalışmanın bu kısmında, kadınların iş gücüne katılmasının erkek tâbiyetinden özgürleşerek güçlenmenin yegâne yolu olarak savunulmasının küresel kapitalizmin önündeki sosyo-kültürel mâniaların bertaraf edilmesine zemin hazırladığının altı çizilecektir. Nihayetinde, kadınların iş gücü piyasasına katılmalarının özel alan dışında farklı bağımlılıklar kurulmasına yol açması nedeniyle, çalışma başlığının esasen bir paradoksa işaret ettiği sonucuna varılacaktır.
Demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan hakları, eşitlik, dışa açık ve rekabetçi pazar ekonomisi gibi kavramların ortak değerler olarak benimsendiği, mal ve finans piyasalarının ülkelerin sınırını aştığı küresel sistemde ekonomi üst değer olarak belirginleşir. Bireysel ve toplumsal ölçekteki her türlü faaliyetin kıymetinin bu üst değere göre tayin edilmesi kaçınılmaz bir durumdur.
Bugün kadınların kimlik algısını ve toplum ve ailedeki konumunu iş gücü piyasalarında yer alması ile ilişkilendiren hâkim sosyo-politik yaklaşım da esasen ekonomiyi üst değer olarak benimsemektedir. Kadınların erkeklerle eşit haklara ve statüye sahip olabilmelerinin ve özgürleşmelerinin yegâne şartının ancak iş gücüne katılmaları olduğu, sorgulanamaz bir formülasyon haline gelmiştir.
H. Arendt, “Ne nedir?” sorusuna verilen her cevabın ve getirilen her tanımın politik bir eyleme dönüştüğünü ve hegemonya riski taşıdığını vurgular. İnsanın temel yaşam eylemlerinden olan “iş”, “çalışma”, “üretme” kavramlarına verilen karşılıklardaki değişim yeni tanımların politik ve ekonomik üstünlük sahiplerince şekillendirildiğini ihsas eder. Dönüşen bu kavramlar akademide, siyasette ve kültürel mecralarda tanımlama üstünlüğüne sahip olanların onlara yüklediği anlamları ile tedavüldedir ve ilgili sahalardaki paradigma oluşumunu belirlemektedir. Böylece “iş”in, “çalışma”nın ve “üretme”nin dünkü ve bugünkü anlamlarındaki değişim, düşüncenin değişimi yoluyla kişilerin hayatın farklı evrelerinde yapacakları tercihlerin farklılaşmasına yol açmaktadır.
Yüzyıllar boyunca haneye dair işler ve çocuk bakımı, esasen kadınlar tarafından yürütülmüş olsa da bunların yanı sıra tarla-bahçe işleri veya dokuma işleri de gündelik faaliyetlerin içinde yer almıştır. Üretimin makinelere devredilmeye başlandığı 18. yüzyıla kadar ev ile çalışma mekânı arasında bir ayrışma olmadığından çalışma kavramında bir farklılaşma görülmemişti. “Daha sonraki çağlarda görülen, evde yapılan işler ile “üretken olmayan” çalışmanın ilişkilendirilmesi o dönemde henüz mevcut değildi”. Dolayısıyla “ev kadını” ve “çalışan kadın” kavramı da henüz inşa edilmemişti.
Piyasa ekonomisinin gelişmesi ve sanayileşmenin derinleşmesiyle birlikte üretim merkezi evden iş yerine, mübadele de piyasaya kaymış, ev dışında çalışmak iş gücüne bağımlı çalışma statüsü kazandırmıştır. Böylece, kapitalist ekonomik anlayışta ölçülebilir ve iş verenle bağımlılık ilişkisi içindeki iş “üretken” olarak tayin edilmiştir. Marksist yaklaşım da mal ve hizmetin ferdî ihtiyaç için üretilmesiyle piyasa için üretilmesi arasına çizgi çekmiştir. Her iki ekonomik anlayışın evdeki işleri üretim dışı olarak görmesi hanedeki kadınların atıl sayılmasını hükme bağlamıştır. Artık ne çocuklarına elbise dikmesinin ne hastalanan aile efradına bakmasının ne de ayaküstü kapıdaki komşunun derdini dinlemesinin bir kıymetiharbiyesi vardır. Çünkü “modern toplumlar, bireylerin toplumsal konumunun başarılarına göre belirleneceği, başarının ise her şeyden önce maddi başarı anlamını taşıdığı bir düzenlemeye sahiptir.” Batı medeniyetinin işe yüklediği bu anlam gereği hanelerinde ürettikleri fiziksel ve duygusal nitelikteki bütün hizmet türleri görünmez ve itibarsız kılındığından, kadınların ancak istihdam yoluyla önem ve itibar kazanacağı savunulmaktadır.
Kadınların İşçileşme Süreci
Tarihçilerin ve sosyologların işaret ettiği gibi, kadınlar her daim çalışmışlardır. Fakat, piyasa kurallarına tabi olarak ve bu seviyede hiç olmamıştır. Sanayi öncesi dönemde Fransa ve Britanya’da kadınların ücretli çalışması daha çok ev hizmetlerindedir. Sanayileşme ile evlerde dokudukları ürünlerin fabrika ürünleriyle rekabet edememesi üzerine kocaları ve çocuklarıyla köy ve kasabalarından fabrikaların bulunduğu şehirlere göç ederek işçileşmeye mecbur kalmışlardır. Yirminci yüzyıla gelindiğinde, yaşanan iki büyük dünya savaşının erkek nüfusta yarattığı büyük kayıp nedeniyle onların yerine fabrikalara celbedilirler. Örneğin, II. Dünya Savaşı esnasında İngiltere’de hükûmet geleneksel sınırlarını aşarak evli kadınları fabrikalara, hastabakıcılığa vb. işlere başlamaları için teşvik etmiştir.
Benzer şekilde, Osmanlı Devleti topraklarındaki dokuma fabrikalarında Müslüman kadın işçi sayısı çok düşük iken, I. Dünya Harbi esnasında cepheye sevk edilen erkek işçilerin geride kalan ailelerinin geçim zorluğu ve emek arzı eksikliği sonucunda kadınların da istihdamı söz konusu olur. II. Dünya Savaşı yıllarında ise savaşa girilmemekle birlikte Cumhuriyet hükûmetinin seferberlik ilanı nedeniyle yine erkek işçi eksikliği fabrikaların kadın işçi talebini artırır. Cumhuriyet döneminde kadınların istihdama teşvikinde önemli yeri olan Kamu İktisadi Teşebbüsü kurumlarından Sümerbank’ta 1933’te 2500 erkek işçi yanında 500 kadın işçi çalışırken, Batı’da savaşın sürdüğü 1943’te bu rakam 15000 erkek ve 6000 kadın olarak kaydedilir. Kadın işçi sayısı bu on yılda hem sayısal hem de oransal olarak yükseliş göstermiştir.
Elbette savaşın yarattığı şartlarda erkek iş gücünün yerini alan kadınlar için çalışmaya dair algı bugün mevcut olandan farklıdır. İngiltere’de yayınlanan Mass Observation’a konuşan bir kadın işçinin iş tanımı “Bir kısa akşamla bir sonraki arasında heder edilen hayat dilimi” şeklindedir. Ortalama bir kadın işçinin işe dair algısı böyle iken ne oldu da “iş” ve “çalışma” kavramları bugün bu kadın işçinin ifade ettiğinden farklı anlamlar taşır hâle geldi ve özellikle kadınlar için diğer bütün dişil fonksiyonlarının önüne geçti?
Bu soruya cevap arayanlardan A. Wolfe, II. Dünya Savaşı sonrasındaki bazı gelişmelere bağlı olarak giderek daha yüksek sayıdaki kadının istihdamda yer almasını “önceki örneklerin bir devamı değil onlardan kopuş” olarak niteler. Çünkü, kadınların iş gücü içindeki payının gitgide artması doğal bir akışın değil; ekonomik değişimlerin, feminizmin etkisiyle gerçekleşen sosyo-kültürel değişimlerin ve alınan siyasi kararların sonucudur. Bir yandan ekonomik küreselleşmenin üretimin ulus aşırı topraklara taşınmasını sağlaması diğer yandan hizmet sektörünün hızla büyüyerek esnek istihdama elverişli kadın iş gücüne yoğun talebi kadın iş gücünün emek piyasasına katılmasını teşvik etmiştir. Özellikle çok uluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları sanayi yatırımları, birçok kadını kendi ülkelerinde gelişmiş kapitalist ülkelerin iş gücü piyasasının bir parçası hâline getirmiştir. Uluslararası sermayenin, ayakkabıdan giysiye, elektronik eşyadan oyuncağa uzanan bir ürün yelpazesindeki üretimini geç kapitalistleşen ülkelere taşıması sonucunda, bu fabrikalarda çalışanların büyük çoğunluğu genç, evlenmemiş kadınlardan oluşmuş; Tayvan’dan Çin’e, Meksika’dan Malezya ve Endonezya’ya bütün dünyada kadınlarının “becerikli ve ucuz parmakları” uluslararası sermayenin emek yoğun sanayileri için en elverişli seçim hâline gelmiştir. Okyanus aşırı ülkelerdeki ucuz kadın iş gücünün yanı sıra yeni emek havuzları için yeni hedef ülkelerin belirlenmesinde IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları da etkin olmaktadır. Bir Dünya Bankası yetkilisi, “özel sektör ihracatına dayanması istenen ekonomilerini, bu yönde değiştirmek için daha fazla kadın çalışana ihtiyaç duyan Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da (MENA ülkeleri), kadınların devasa ve ‘musluğu açılmamış bir kaynak’ (untapped resource)” olduğunu belirtmiştir. Kadın iş gücünün bizatihi kadınlıkla ilişkili sayılan uysallık, monoton işlerde daha sabırlı olma ve el becerileri nedeniyle ve özellikle hizmet sektöründe insan ilişkilerinde daha iyi oldukları ve kapalı mekanlarda sabırla çalışabildikleri için tercih edildikleri oldukça açıktır.
Kadınların cinsiyetlerine has özellikleri nedeniyle tercih edildikleri diğer bir alan ise hizmet sektörüdür. Bu sektörün tarım ve endüstriyel üretim sektörlerine kıyasla aşırı büyümesi sonucunda, “OECD üyesi ülkelerde, istihdam edilen kadınların %80’i hizmet sektöründe yoğunlaşmıştır; erkeklerde ise bu oran %60’tır. Bu sektörde, kadınlar sağlık ve toplum hizmetlerinde orantısız bir şekilde yüksek bir iş payına sahip iken; bunu eğitim alanı takip etmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün yaptığı bir analiz, kadınların düşük statü ve ücretle karakterize edilen sektörlerde aşırı şekilde temsil edildiğini bulmuştur.”. IMF’nin çalışması ise, kadınların iş gücüne katılımı hızla yükselirken, erkeklerin iş gücüne katılma oranlarında kaydedilen düşüşü de göstermektedir. Büyük ölçüde erkek iş gücü katılım oranlarında gözlenen dünya çapındaki düşüş nedeniyle özellikle Avrupa ülkelerinde kadın ve erkek iş gücüne katılım oranlarındaki fark 1990-2010 arasında yaklaşık 10 puanlık, Kuzey Amerika’da 6 puanlık düşüş göstermiştir. İş gücü piyasasında gözlenen bu olgu iş gücünün feminizasyonu olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de de benzer şekilde, 2007-2016 döneminde kadın iş gücü %55’lik bir artışla 6 milyondan 9,3 milyona yükselmiştir. Aynı dönemde erkek işgücünde ise sadece %22’lik bir artış gerçekleşmiştir.
Buraya kadar sunulan veriler ve alıntılanan tespitler kadınların kendiliğinden gerçekleşmeyen bir akışın neticesinde ulaşılan ve yükselmeye devam eden sayı ve oranlarda iş piyasasında yer aldıklarını göstermektedir. Bu tablo, küresel kapitalizmin kârlılığını daha da artıracak ucuz, mahir ve uysal emek kadın iş gücünü devasa bir altın madeni gibi gördüğü izaha ihtiyaç göstermemektedir.
İstihdamın Özgürleşme ve Güçlenme Teminatı
Olarak Görülmesi
Yukarıda, kadınların piyasa işine yönelmelerinde Marksist ve kapitalist ekonomi anlayışı doğrultusunda kadınların evdeki “yeniden üretim” olarak adlandırılan işlerinin kıymetini kaybetmesi ve modern toplumların bireyin toplumsal konumunu maddi başarılarına göre tayin etmesi iki güçlü etken olarak gösterildi. Bu kısımda, kadınların zihinsel kabullerini değiştirerek işçileşmelerine elverişli zemini oluşturan kadıncı hareket (feminist hareket)’e yer verilecektir.
Kadın hareketinde ikinci dalga olarak da anılan 1960’lı yıllarda gelişen feminist ideoloji, kadınların ancak piyasa işinde yer alarak bağımsızlık elde edeceklerini ve özgürleşeceklerini savunmuştur. Bu varsayımın ilham kaynağı olan Wirginia Woolf, 1929’da Kendine Ait Bir Oda’yı yazdığında, kadınların ve erkeklerin durumlarını kıyaslayarak kadınların özgür olmadığını, özgür bir ruha sahip olmadıklarını, bunun da kadınların kendi gelirlerinin denetimini ellerinde tutmamalarından kaynaklandığını ifade etmişti. Woolf, kitabını somut taleplerle sona erdirirken şerefli bir yaşam için kadınların yıllık 500 Pound’luk bir gelire, eşit koşullarda eğitime ve kendilerine ait bir odaya ihtiyaçları olduğunu belirtti.
Aslında Woolf’tan önce Engels ve onu takip edenler, modern ve geniş çaplı sanayi yapısının gelişiminin ve ev dışı toplumsal üretime katılacak kadın sayısının olabildiğince artışının, kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliği hızla azaltacağını savunmuşlardı. Böylece karının ve kocanın ayrı ayrı bağımlılık ilişkisi kuracakları işlerde istihdam edilerek cinsiyet eşitsizliğinin yok edileceği ve kadının erkeğe tâbiyet durumunun ortadan kalkacağı öngörülmüştü. İşte bu varsayımı, yani kadınların özgürleşmesi ile iş piyasasına dâhil olması arasında kurulan ilişkiyi Pearson, Engels’in bu savunusuna atıfla “Engelian mitoloji” olarak adlandırmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde kadın istihdamındaki büyük artışa karşın kadınların iş şartları ve güvenliklerinin kötülüğüne dair verileri derleyip değerlendiren Pearson “Kadınların ücretli işe katılımı hakkındaki Kuzey merkezli (North centered) genelleştirmelerden çıkarılan politika ve politik stratejiye dair varsayımlar yanlış ve yersiz olabilir, çünkü, cinsiyet eşitliği hedefine nasıl katkı sağlayacağını ve kadınların güçlendirilmesinde nasıl teşvikkar olabileceğini anlamaya çalıştığımızda ortaya karmaşık meseleler çıkmaktadır” demektedir. Bu durumda şu soruyu sormak gerekiyor: Hem kadın hareketinin hem de her düzeydeki bürokratın ve akademisyenin savunageldiği ücretli işin özgürleştiriciliği hangi yolla gerçekleşmektedir?
Kadınların iş akdi ile yeni bir bağımlılık ilişkisi kurmaları anlamına gelen ücretli çalışma yoluyla kocalarından bağımsızlaşarak özgürleşecekleri varsayımı esasen paradoksal görünüyor. N. Gilbert bu paradoksu şöyle açıklıyor: “Bir ücret için çalışan çoğu kadın ve erkek için şeflerinin otoritesine itaat, işyeri düzen ve disiplinine uymak, müşterilere hürmet ve modern zamanın artan istihdam güvencesizliğine karşı tetikte olmak maaş çeki ile gelen ekonomik bağımsızlığa eşlik etmektedir.”. Gerçekte, kocasına ve çocuklarına bakan yemeklerini hazırlayan sıcaklık ve sevecenliğini ihsan eden kadın, mali olarak bağımlı olduğu kocası karşısında bir maaş çeki ile mali olarak bağımlı olduğu patronu ve müşterileri karşısında olduğundan çok daha fazla kudret sahibidir. Buna istisna iş, politika, sanat, akademik ve profesyonel hayat bakımından piramidin en tepesinde yer alanların sahip olduğu güçtür.” Kadınlar piyasada istihdam edilerek kocalarına bağımlı olmaktan kurtulurken, evli ve çocuklu çift gelirli bir aile olarak hızlı yemek endüstrisinin, kuru temizlemecilerin, ev temizleme şirketlerinin, dadı ve kreşlerin hizmetlerine bağımlı hale gelmektedirler.”
Feminist hareketin kadınların ekonomik olarak özgürleşmesi ve güçlenmesi ile iş piyasasına katılması gereği arasında kurduğu ilişkinin asıl yararının sermayenin yüksek kârlılık hedefine olduğu izah gerektirmeyecek denli açıktır. Temsil gücü yüksek bir örnek olarak Edward Barneys’in 1929’da ABD Tütün Kurumu (American Tobacco Company) için hazırladığı reklam kampanyasının sloganı verilebilir. Sloganda Amerikan toplumunda kadınlar için bir sosyal tabu olan sigara içmek «Özgürlük meşalelerini yakın!» sloganıyla özgürleşme ile ilişkilendirmişti. Bu kampanyanın etkinliği neticesi Amerika’da 1923’te kadınlar arasında %5 olan sigara içme oranı 1965’te %33’e yükselmiş; benzer durum Kıta Avrupası’nda da gerçekleşmişti. Aynı şekilde Almanya’da sigara içmek kadınlara özgürleşme (emancipation) sembolü olarak sunularak tüketim oranları 1993-1997 arasında %27’den %47’ye yükselmiştir.
Malezya’daki Japon elektronik şirketleri üzerine çalışan Aihwa Ong ise, gözlerinde görme bozukluğu başlar başlamaz işten kovulan köylü kızların sömürülen işçiler olabileceğini kabul etmesine mukabil bu kızların geleneksel köylü giysilerinden arınarak kot pantolon giyen ve kocalarını seçme şansına sahip olmayı uman modern kızlar olduklarını savunur. Özgürleşme ve güçlenme olarak kabul edilen bir ücret kazanmak ve kot giyebilmek mukabilinde feda edilenler, tablonun karanlık kısmında bırakılmaktadır.
Kadınlar için istihdam ile özgürleşme, güçlenme ve erkeklerle eşitlenme arasında kurulan “olmazsa olmaz” (cine qua non) ilişki, sorgulanmayı gerektiren mahiyettedir. Modern hayatın ikonik değerdeki yaşam ritüelleri yerine getirilince mi özgürleşmiş olunuyor sorusu, tüm sertliğiyle görünürlük arz ediyor. Ücretli işin kadınları özgürleştirip güçlendireceği kabulü, gerçekte kadınların tercihlerinin kapitalizm kültürü, feminist öngörüler ve refah devleti politikaları tarafından şekillendirildiği iddiası karşısında gücünü kaybetmektedir.
Kaynakça
AKGEYİK, Tekin (2016). “Türkiye’de Kadınların İşgücü Piyasasına Katılımını Etkileyen Faktörler”, Sosyal Siyaset Konferansları / Journal of Social Policy Conferences, Sayı: 70 (1), s. 31-53. http://dergipark.gov.tr/iusskd
BOTTON, Alain de. (2005). Statü Endişesi (3. Bs.). Ahu S. Bayer (Çev.), İzmir: Sel Yayıncılık.
DELİCAN, Mustafa (1998). “Aile, Ekonomi ve Sosyal Politika”, Ekonomik Hesaplamalarda Bir Birim Olarak Aile, Proje koord.: Mustafa Delican, Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları.
ECEVİT, Yıldız (1998). “Türkiye’de Ücretli Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Temelinde Analizi”, içinde 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.
EISENSTEIN, Hester (2005). “A Dangerous Liaison? Feminism and Corporate Globalization”, Science & Society, C. 69, No. 3 (Jul.), pp. 495-496. http://www.jstor.org/stable/40404269, (Erişim tarihi: 22/03/2012).
GILBERT, Neil (2008). A Mother’s Work: How Feminism, the Market and Policy Shape Family Life, United States: Yale University Press.
GRINTH, Keith (1998). Çalışma Sosyolojisi. Veysel Bozkurt (Çev. Editörü), İstanbul: Alfa Yayınevi.
IMF (2013). Women, Work, And The Economy: Macroeconomıc Gains From Gender Equity. https://www.imf.org/external/pubs/ft/sdn/2013/sdn1310.pdf. Erişim tarihi.7.12.2024
MAKAL, Ahmet (2010). “Türkiye’de Erken Cumhuriyet Döneminde Kadın Emeği”, Çalışma ve Toplum (2), sayfa aralığı?
PEARSON, Ruth (2007). “Reassesing Paid Work and Women’s Empowerment: Lessons from The Global Economy”, in Feminisms in Development, Ed. by Andrea Cornwall, E. Harrison and A. Whitehead, Zed Books, London.
PELIZZON, Sheila Margaret (2009). Kadının Konumu Nasıl Değişti: Feodalizmden Kapitalizme. Basım yeri:, İmge yayınları.
ŞENESEN, Gülay G.-Ergin Pulhan (2000). Kadın İstihdamı İçin Yeni Perspektifler ve Kadın İşgücüne Muhtemel Talep, Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü.
URHAN, Betül- Nilay Etiler (2011). “Sağlık Sektöründe Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Açısından Analizi”, Çalışma ve Toplum, Sayı: 29/2, sayfa aralığı?
WOLFE, Alan (1989). Whose Keeper: Social Science and Moral Obligation, Los Angeles: University of California Press.
YAMAN ÖZTÜRK, Melda (2010). “Kapitalist Gelişme ve Kriz Sürecinde Kadın Emeği: Asya Deneyiminden Çıkarılacak Dersler”, Çalışma ve Toplum, Sayı 24/1, sayfa aralığı?
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000, Ankara, T.C. Devlet Planlama Teşkilatı. http://www3.kalkinma.gov.tr/DocObjects/View/13742/plan7.pdf.