Georg Simmel, 1858 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Berlin’de, kent hayatının en merkezinde konumlanan bir cadde üzerindeki evlerinde dünyaya geldi. Her ne kadar babasının erken ölümü neticesi Katolik bakıcısı tarafından bir Katolik olarak yetiştirilmişse de Simmel’in felsefesi ve toplumsal düşüncesi, Yahudi inancının izlerini taşımaktadır. Zira bu Yahudi izi, Simmel’in Alman üniversitelerinde geç bir tarihe dek, o da Strasbourg gibi bir taşra kentinde, kadro bulamamasına neden olmuştur. Zira dönemin akademik sosyoloji kamusundaki etkin isimlerinden Schafer’in Baden Bölgesi, Eğitim Bakanı’na yazdığı ret raporunda Simmel, “dış görünüşüyle, sakalıyla, düşünce tarzıyla baştan aşağı bir İsrailli” olarak nitelenmektedir. Her ne kadar ilk yazıları pozitivizmin kabulünü ve Spencer evrimciliğinin ve Darwin pragmatizminin etkisini taşısa da daha sonraki toplumsal düşüncesi ‘‘Yeni Kantçı’’ çizgide ve bu akımların karşısında yer almıştır. Lebensphilosophie olarak bilinen bu felsefenin en önemli eseri burada değerlendirmeye çalışacağımız Paranın Felsefesi eseridir. Simmel’in modernlik analizinin merkezinde toplumsal bütünlük değil, hayatın tesadüfî fragmanları yer almaktadır. Zira Paranın Felsefesi kitabının girişinde “[h]ayatın ayrıntılarını ve yüzeyselliklerini onun en derin ve temel hareketleriyle ilişkilendirmek mümkündür.” diyen Simmel için sosyoloji, felsefenin daha somut bir düzeyde sürdürülebilmesi demekti ve felsefesinin ana konusu Berlin kentinin modernlik ve kozmopolitlik içerisindeki gündelik akışında uç veren ana değişim/dönüşümü kavramaktı. Bu nedenle Simmel; eserlerinde devlet, iktidar, toplumsal sınıflar, ideoloji gibi büyük ölçekli konular yerine nezaket, çekingenlik, moda, bağlılık, şükran, bezginlik gibi daha incelikli toplumsal ilişkiler üzerine odaklanmıştı.
Öte yandan Privatdozent olarak verdiği dersleri oldukça popülerdi. O dönemde Almanya’ya eğitim için giden birçok Amerikalı kurucu sosyolog ve Benjamin, Lukacs, Ernst Bloch gibi Almanca yazıp/konuşan isimler için de önemli bir figür ve ilham kaynağı idi. Simmel, Adorno ve Benjamin gibi isimlerle daha da bilinir hale gelen fragmanvari yazım üslubuna sahip bir entelektüeldi. Düşüncesini/felsefesini bir tür sistem şeklinde kristalize etmekten kaçınan hali, onun bu fragmanlardan oluşan külliyatının en önemli müsebbibi addedilmektedir. Birçoklarınca bir “flâneur” (aylak) olmakla itham edilen Simmel, bir sistem kurucu sosyolog olmaktan ziyade hipotezler öneren bir filozoftu. Bu minvalde toplumun kendi üyelerine hakim olan nesnel bir sistem olduğu yönündeki positivist argümanı da reddeden Simmel, toplumu, “toplumlaşma (sociation/Vergesellschaftung) ilkesini somutlaştıran bireyler arasındaki, karmakarışık bir ilişkiler ve etkileşimler ağı” olarak tanımlamaktaydı. Bu karmaşık ilişkiler ve etkileşimler ağını etkileşim/toplumlaşma formları olarak kavramsallaştıran Simmel’e göre sosyoloji, toplumlaşma biçimlerinin bir bilimi idi. Toplum kategorisinin bu denli ikincil bir rol oynadığı Simmel sosyolojisinde Zygmunt Bauman, “sonsuz bir toplumlaşma süreci sonunda tortulaşan gelip geçici, kırılgan ve sürekli değişen bir form[un]” söz konusu olduğunun altını çizmektedir. Sosyolojinin bu etkileşim/toplumlaşma süreçlerinde içerikten/mazruftan ziyade forma/zarfa odaklanmasını salık veren Simmel, bu nedenle bu etkileşim/toplumlaşma biçimlerinin içeriklerinden soyutlanarak çalışılması gerektiği kanaatindedir. Marx’ta “soyutlama”, Weber’de “ideal tipleştirme” olarak karşımıza çıkan sosyolojik olguyu ele alma yönteminde Simmel, biçimlere odaklanmıştı. Buna göre toplumlaşma sürecinin içeriği psikolojinin biçimi ise sosyolojinin konusuydu. Bu bağlamda Simmel, “toplumsallaşma bin değişik yolla gelişen bir biçimdir, bireyler onda bir neden ya da sonuçta saptanan, uzun süreli ya da geçici, bilinçli ya da bilinçsiz idealler ya da ortaklaşa hissedilen çıkarlar temelinde bir birlik kurarlar” demiştir. Toplumlaşma biçimlerini sosyolojinin ana konusu olarak alan Simmel için mübadele de bu biçimlerden birisidir.