Düşünce Dergisi > Arşiv > Sayı 17 / Türkçe |

zengin türkçe

Türkçe söz varlığı çalışmalarını konu eden çoğu araştırmacı Cumhuriyetin ilanından, özellikle de Türk Dil Kurumunun kurulması ve özleşme-özleştirme hareketlerinin başlamasından itibaren Türkçe söz varlığının daraldığını söyler.

Başlığa bakınca akıllara, Türkçe zaten zengin değil mi, zenginlik dil için nasıl bir şey, Türkçe zengin olmasa ne olur gibi bazı soruların geldiğini, gelebileceğini tahmin ediyorum. Bunlar da gayet tabii. Çünkü ‘zengin’ sıfatı-kelimesi ‘dil’ için pek kullanılmaz diye düşünülebilir. Hâlbuki öyle değildir. Dünyanın bazı dilleri fakir, bazıları ise zengindir. Hemen bunun eski bir kabul olduğunu, bazı araştırmaların, üstelik yıllar önce, bunun aksini söylediği düşünülmemeli. Ben de biliyorum bu araştırmaları ve onların savunduğu tezi. Bu zenginlik ve dil konusunun üzerinde biraz durmak gerekli kanaatimce. Dillerin birbirine üstünlüğünün, zenginliğinin olamayacağını, bütün dillerin birbirine denk olduğunu öne süren araştırmalar, fakir kabul edilen dillerin de ait olduğu kültürle ilgili her şeyi ifade edebilecek bir yetkinliğe sahip olduğunu söyler. Evet öyledir. Her dil kendi medeniyet dünyasını anlatmaya, açıklamaya, ifadeye yeter, yetebilir. Ama bir kere düşünmeli. Her kültürün, medeniyetin ufku aynı mı? Alman felsefesinin ifade imkânları, çağdaşlaşma ve sanayileşme dönemi Almancası ile bu konuda daha geride kalmış bir milletin diliyle felsefe yapma imkânları aynı mı? Fransız, İngiliz edebiyatının genişliğini, gelişmişliğini, duygu-düşünceleri ifade imkânlarını, konuları ayrıntılı verebilme imkânları ile bu konuda geri olan bir milletin edebiyatını düşünmeli. Bunu basitçe şöyle örnekleyebiliriz: Anadolu’nun her tarafında Türkçe değişik biçimleri ile konuşulmaktadır. Bir köyde, kasabadaki Türkçe ile şehirde kullanılan Türkçe aynı mı? Köyde, küçük yerleşim yerlerinde yaşayan insanların kullandığı Türkçe; onların mutluluklarını, hüzünlerini, kederlerini, işini-gücünü, tarlasını, tarımını ifade etmesini sağlamıyor mu, Türkçeleri onlara yetmiyor mu diye düşünmemeli. Elbette yetiyor, aynı şekilde şehirdekinin Türkçesi de yetiyor bütün bunlara. Bununla birlikte köylerden gelişen bir sanat akımı, felsefi tartışma, medeniyet var mı? Ya da köylülerin geliştirdiği bir sanat anlayışı, felsefe, medeniyet. Uygarlıklar, bilindiği gibi, genellikle şehirlerde nüve bulur, meydana çıkar, oradan çevreye yayılır. Hatta bir uygarlığın etkisi, en son köylere gelir. En azından iletişim ve ulaşım imkânlarının daha az olduğu zamanlarda böyle idi. Yani gelişmişlik şehirden köye; merkezden taşraya doğrudur. Hani Türk sinemasında meşhur olmak isteyen bütün şarkıcı adayları köyünden, kasabasından İstanbul’a, Unkapanı’na gelir. Bulunduğu, yaşadığı yerde meşhur olmak için uğraşıp durmaz. İstanbul’da ya da büyük şehirlerde yaptığı plak, kasetlerle Türkiye’ye kendisini tanıtır, şöhret olur. Bunun gibi şehre gelmeden, medeniyetle tanışmadan ilerlemek mümkün değildir. Merkeze, şehre gelmek gerekir. Esas konumuza dönersek şu kabul edilmeli: Aksini söyleyen akademik makalelere rağmen, dünyada büyük medeniyet kurucusu milletlerin dilleri zengin, henüz bu imkânlara kavuşmamış milletlerin dilleri ise fakirdir. Şahin (2006, s. 124): “bir dilin söz varlığı içinde deyimler, terimler, atasözleri, ilişki sözleri, kalıp sözleri bulunur. Tüm bunların zenginliği ve çeşitliliği bir dilin gelişmişliğinin ifadesi olarak kabul edilir” der. Bu ifade de dikkat çekildiği gibi dillerin zenginliği, gelişmişliği söz konusudur. Bu bakımdan diller birbirinden farklıdır. Gelişmiş bir milletin dili ile henüz yeterince ilerlememiş milletin dili; kavramları ifade etme, detayları verme, hayatı kelimelerle zenginleştirme imkânları açısından çok, çok farklıdır. Yıllar boyunca, kabiliyetli şairlerin marifetiyle yeni imgelerle zenginleştirilmiş bir milletin şiir dili ile; köyünde hep aynı kara gözlü, kara saçlı güzele, aşağı yukarı aynı anlamı verecek şekilde şiirler söyleyen milletin şiiri düşünüldüğünde de dillerin zengin veya fakirliğinin söz konusu edilebileceği teslim edilir. Kısaca ileri, zengin, gelişmiş diller var. Bunun nasıl olacağı, onlarca kitap ve makalede ortaya konmuştur. Bir dildeki sözcük, deyim, atasözü, kalıp söz sayısının çokluğu ile ilgilidir bu. Buna da söz varlığı denir. Dillerin söz varlığı ile elde ettiği gücü ifade etmek için basit bir benzetme kullanalım: Bilindiği gibi insanların şahsi servetleri birbirinden farklıdır. Varlıklı insanlar, kolayca istediği tasarruflarda bulunur. Parası ile yatırım yapar, ev-araba alır, iş kurar, seyahat eder, insanlara yardım eder vs. Zengin olduğu için sahip olabilir, üretebilir, satabilir, eylemleri ile başkalarına örnek olabilir. Yoksullar bu imkânlardan mahrumdur. Tıpkı bunun gibi, söz varlığı fazla olan bir dil-millete mensup kişi de yeni anlamlar barındıran, insanları kıskandıran, okuyanı hayrette bırakan eserler üretebilir, bu eserlerle kendi çevresine, başka milletlere örnek olabilir. Yani söz varlığı ne kadar geniş ve güçlü ise ortaya konacak eserler de o kadar fazla ve çeşitlidir. Ayrıca söz varlığı, kişiler ve milletlerin şeceresi gibidir. Kişinin söz varlığı o kişinin nasıl bir çevrede yetiştiği, nasıl eğitim aldığı, hangi sosyal çevrelere girdiği, neye inandığı, nasıl yaşadığını gösterir. Söz varlığı-millet ilişkisi düşünüldüğünde; o milletin hangi milletle hangi dönemde temas kurduğu, kiminle yakından, kiminle uzaktan ilişkileri olduğu, hangi medeniyet dairesine ne zaman girdiğini vs. gösterir. Söz varlığı, bir anlamda hem geçmişin hem de hâlihazırdaki durumun göstergesidir. Aksan (2006, s.11) : “Bir dilin söz varlığı, o dilin tarihine geniş ölçüde ışık tutmakta, yüzyıllar boyunca ortaya çıkan ses, biçim, söz dizimi ve anlam değişikliklerini yansıtmakta, hangi dillerin etkisiyle, ne tür değişimlerin gerçekleştiğini göstermektedir” der. Bir kişi veya milletin dilinin zenginliği, onun söz varlığı ile ilgilidir. Tekraren söylemek gerekirse hem kişi hem de milletin dilinin zengin olması, yani söz varlığının geniş olması ona geniş imkânlar sunar.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Türkçe" sayısında...