Bir şehrin kurulması ve onun şekillendirilmesi, onu inşa eden bireyin zihniyetinden bağımsız düşünülemez. O zihniyet, zincir halinde bir kurguya temel oluşturur ve atılan bu temel üzerine belki yüzyıllar sürecek, değişmesi güç ve içinde yaşayan insanların da değerler sistemine etki eden yapılar kurar. Şehrin zihniyetle bu yakın ilişkisini Prof. Dr. Saadettin Ökten ile konuştuk. Bu kapsamda Osmanlı şehirlerine hakim olan sistemi, Cumhuriyet tecrübesindeki zemini, bugünün şehirlerini ve bugünün şehirlerinin insanın düşünce dünyasına etkilerini konuştuk.
Cumhuriyet’in hangi ideali/felsefesi şehirlerimize yansımıştır? Cumhuriyet’in başkenti Anakara ile Osmanlının başkenti İstanbul arasında bu açıdan nasıl bir fark vardır?
Cumhuriyetin kurucu özneleri Ziya Gökalp’in Türkleşmek, muasırlaşmak ve İslamlaşmak üçlüsünden sadece Türkleşmeyi ve muasırlaşmayı dikkate almışlar, İslamlaşmayı hem ihmal etmişler hem de ciddi bir şekilde geri plana itmişlerdir. Cumhuriyet seçkinlerinin Türkleşmek hususundaki adımları yüzyıllar boyu devam eden Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı mirasını göz ardı ederek Orta Asya’daki başlangıç dönemlerine referans vermek olmuştur. Muasırlaşmaktan anlaşılan husus ise sadece teknolojik bir ilerlemedir. O zamanki tabirlerle muasır medeniyet denilen olgunun gerçekte modernite olduğu ve bunun da Rönesans’la başlayan ve aydınlanmayla devam eden süreçte özgün bir insan tipi tarafından ortaya konduğu gördüğüm kadarıyla anlaşılamamıştır. Cumhuriyetin muasır medeniyet anlayışı daha doğru tabir ile modernite telakkisi, Osmanlı döneminde yetişen moderniteyle belki bir miktar yüzeyde ve uzakta temas eden seçkinler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Arka planı anlaşılmadan uygulamaya konulan muasır medeniyet anlayışının tipik örneği Cumhuriyet’in başkenti Ankara şehrinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Yıldırım Bayezid’in Ankara’da aldığı mağlubiyetten sonra adeta kendi tabii seyrine terkedilen Ankara mütevazı bir orta Anadolu şehriydi. Kadim zamanlarda ciddi anlamda bir ticaret ve kültür merkezi olmamıştı. Bunu şehirdeki dokudan çok rahat anlıyoruz. Bir şehri tanımlayan anıtsal yapılar o şehre kimlik ve hayatiyet kazandırır. Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara, dönemin Konya’sı, Bursa’sı, Sivas ve Kayseri’si ile mukayese edilemezdi. İşte bu şehre Cumhuriyet elitleri modern mimariyi uygulamak isterler. Bunun için bu mimarinin Avrupa’daki temsilcilerinden biri olan Clemens Holzmeister’i davet ederler. Viyanalı profesör bu davete icabet etmez. Uzun ısrar ve takipler sonucu asistanı Ernst Egli’yi gönderir. Cumhuriyet’in başkenti Ankara Ernst Egli eliyle modernitenin temsilcisi olan binalarla tanışır. Şehir dokusundaki yerlilik ve yerellik bu modern binalarla tam bir tezat teşkil etmektedir. Aynı dönemde İstanbul, önceki uzun yüzyılların anıtsal yapılarıyla donatılmış olmakla beraber bakımsız ve haraptır. Ancak kent dokusu itibariyle anıtsal yapıları yani külliyeleri ile burada sakin olan İstanbullularla tam bir ahenk içindedir. Yahya Kemal’in Koca Mustafapaşa şiirinden önce şehirdeki pitoreski ve ardından bu medeniyetin ahengini estetik bir boyutta hissedebilirsiniz.