Düşünce Dergisi > Arşiv > Sayı 15 / Din |

prof. dr. servet bayındır ile islam ekonomisi ve finans üzerine

Kesp bizim tarihimizde önemli bir kavramdır. Kesp, bir insanın bütün kapasitesini, emeğini, bilgisini, becerisini, gücünü kullanarak onun sonucunda elde ettiği katma değerdir. Siz bunu ister bir insan için ister bir işletme için söyleyin veya bütün toplum için söyleyin. Kesp ettiği vardır. Yani demek istediği şey, ne kadar fazla kesp edersen o kadar iyi anlamı çıkıyor.

İslam iktisadı tartışmaları son yıllarda bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaygınlaştı, üniversiteler bünyesinde bu alanda çalışacak bilim insanlarını yetiştirmek amacıyla lisans ve yüksek lisans programları açılmaya başlandı. Biz de bu sayımızda alanın uzman akademisyenlerinden, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi İslam İktisadı ve Finansı Kürsüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Servet Bayındır ile bir söyleşi gerçekleştirdik ve modern dünyada İslam iktisadının anlamını, imkanlarını ve gelecek tasavvuru bakımından topluma neler vaat ettiğini konuştuk.

Hocam merhaba, öncelikle Düşünce Dergisi’nin “Modern Dünyada Din” dosya konulu sayısına bu röportajınızla verdiğiniz katkı için teşekkür ederiz. Öncelikle genel bir soruyla mülakatımıza başlamak isteriz. Tarihsel gelişime baktığımızda, başka dinlerde de birtakım iktisadi uygulamaların olduğunu görüyoruz. Ancak Hristiyan ya da Musevi iktisadından bahsedilmiyor. Bu açıdan bakıldığında, İslam’a uygun ekonomik düzenin “İslam İktisadı” olarak kavramsallaştırılmasının temel sebepleri nelerdir?

Başına İslam takısının getirildiği İslam iktisadına, merhum Sabri Orman hocamız “İslami iktisat” diyordu. Bu tür kavramlar aslında son dönemde yani 20. yüzyılda ortaya çıkmış kavramlardır. Bunun altında yatan temel neden ise şu şekildedir: Birinci Dünya Savaşı sonrası bütün İslam ülkeleri maalesef Batılı sömürgecilerin istilası altına giriyor. 1930’lardan sonra bağımsızlık hareketleri başlıyor. Bağımsızlık hareketleri başlarken bir alternatif olarak ne diyeceksin? En önemli şey İslam devletidir, İslam ordusudur, İslam parasıdır deniliyor ve sonuç olarak iktisadi sisteme de “İslam iktisadı sistemi” deniliyor. Yoksa aslında Kur’an-ı Kerim’e, Resulullah dönemine, hatta İslam tarihine bakıldığında, eğer bir şeyden bahsedilecekse, mesela hukuk diyelim, yalın bir şekilde “hukuk” olarak isimlendirip içinin kendi öz değerlerimizle doldurulması gerekir. İktisat örneğinde de buna iktisat denilecek ama içi kendi değerlerimizle doldurulacak. İslami iktisat olarak isimlendirildiğinde ister istemez sanki karşındaki başka bir rakibi kabul etmiş oluyorsun. Hatta tarihsel süreçte yani vakaya bakıldığında Batı iktisadının tarihini 1700’lere kadar götürüyorlar. Sen kendi iktisat tarihini yazarken, modern çağ için söylüyorum, ancak elli yıl geriye gidebiliyorsun. İster istemez sen reaksiyoner oluyorsun öbür taraf ise aksiyoner oluyor. Bu doğru bir yaklaşım tarzı değil. Tutarlı bir yaklaşım tarzı hiç değil. Tabi bu işin siyasi, politik ve tarihi tarafıdır. Diğer taraftan da sonuç itibariyle hukuk, iktisat ve felsefe dâhil olmak üzere bütün bilimsel çalışmalar beşer ürünüdür. O beşer ilgilendiği disipline kendi tarihinden, geçmişinden, dininden, felsefesinden ahlakından birtakım şeyler yansıtır. Bu nedenle, eğer bunun için İslam İktisadı değil de iktisat kavramı kullanılıp, içini kendi değerlerinizle dolduruyorsanız problem yoktur. Ancak, doldursanız da doldurmasanız da mutlaka içinde az ya da çok hata payı barındıracaktır. Tarihi süreç içerisinde değerlendirdiğimizde tarihin bir döneminde belki de doğru olan, faydası görülen birtakım teoriler iktisat için ve diğer disiplinler için belli bir süre sonra geçerli olmayacaktır. Ama bunu siz “İslam böyledir”, “İslam’ın iktisadi görüşü” dediğiniz an, işi Kur’an’a hatta Hz. Âdem’e kadar dayandırıyorsunuz. Böyle olunca da  yarın bir şey yanlışlandığı zaman sanki İslam yanlışlanmış gibi algılanıyor. Yahut İslam’ın öngördüğü iktisadi sistemin teorileri olarak ortaya koyduğunuz teoriler sadra şifa, derde deva olmadığı zaman iktisadi sistem bu ise demek ki Müslümanların itikadi, ahlaki, hukuki ve siyasi sistemleri de aynıdır sonucuna varılabiliyor. Üçüncüsü ve en riskli olanı ise şudur: İslam iktisadı denilip bu alanın içi yanlış şeylerle dolduruluyor. Bilinçli veya gayri ciddi davranıldığı için ya da bu alanda yazan, çizen, kısacası çalışanların zihni arka planı, kültürelve bilimsel geçmişi batılı kapitalist veya sosyalist herhangi bir sistemle yoğrulduğu için İslam iktisadı adı altında başka şeyler sunuluyor. Bu durum işin daha da riskli tarafını oluşturuyor. Ayrıca bankacılık, diğer finansal kurumlar, işlemler gibi iktisadın kurumları sonuç itibariyle kâr maksimizasyonu hedefli bir alandır. Kâr maksimizasyonu hedefi olduğu zaman maalesef her şey kâra, kazanca odaklı olarak düşünülebiliyor.Bu da istismarı daha da tehlikeli hâle getirebiliyor. İşte İslami olduğunu iddia eden bankalar, sigorta şirketleri, diğer fon yönetim şirketleri vs. bunların doğru veya yanlış yapmış oldukları faaliyetler insanların hoşuna gitmediği an bunu İslam’a mal ediyorlar. Veyahut da bu kurumlar güya sırtlarını İslam’a dayandırdıkları için kendilerini sorgulama, yenileme, çağa ve şartlara ayak uydurma, hizmet kalitesini arttırma hatta güven verme noktasında kendilerini hiç sorunlu görmüyorlar. Garantisi bizim sistemimizin veya bankamızın başındaki “İslami” ifadesidir diyorlar. Dolayısıyla çok farklı açılardan bu İslam ibaresinin kullanılması hatalıdır. Günümüzde üniversitelerde İslami iktisat bölümü var. Birtakım sivil toplum kuruluşları bu alanda emek harcıyor. Bu kurumlar bu alanda eserler ve kitaplar üretiyor. Bugün Avrupa’da ya da Türkiye’de herhangi bir iktisat fakültesine bakıldığında merkantilist, sosyalist, komünist ya da kapitalist ifadelerinin kullanıldığı görülebiliyor. Hatta bildiğimiz bu seküler iktisatta bile Keynes ve Marshall gibi kişilere göre alt bölümlemelere gidildiği görülmektedir. Şimdi sizin de burada bir şey demeniz lazım. Buna şahsen ben “doğal iktisat” diyorum. Ama doğal ibaresinin patenti de bana ait değil. İşte fizyokratlar vs. doğal ekonomiyi savunuyorlar. Dolayısıyla böyle bir durum var.

 

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...