Foucault, Bilginin Arkeolojisi kitabında bilgi hakkında mealen şöyle diyor: “Bilgiye sahip olanlar güce sahip olur, güce sahip olanlar da iktidara sahip olur yani yönetirler.” Bunu biz kültür bağlamında da düşünebiliriz; kültürü ve kültürümüzü iyi bilirsek elimizdeki bu güçle çok güzel ve faydalı işler yapabiliriz. Başarılı bir kültür yönetimi ile toplumu bilinçlendirebilir, çok çeşitli ve estetik kültürel ürünler üretilmesini sağlayabiliriz. Ayrıca bu sayede kültürel değerlerin/eserlerin bilinmesine, öğrenilmesine ve korunmasına katkıda bulunabiliriz. Toplumun kendine güveni gelir; toplum kendini, yaptıklarını ve yapabileceklerini görür. Yeni kültürel projelerin hayata geçirilmesi için teşvik edici adımlar atılmış olur. Dolayısıyla ülke içinde kültürel bir birleşme sağlanabilir en azından buna zemin oluşturulabilir. Yine kültürel ilişkilerin olduğu ülke ve milletler ile de sağlam köprüler kurabilir, etkileşimler arttırılarak aradaki bağlar güçlendirilir.
Ülkemiz için de bir durum değerlendirmesi yaptığımızda, böyle bir girişim hem Türk kültür dünyası hem milletimiz hem de sanat dünyamız için çok geliştirici olur. Bahsettiğimiz kültürel birleşmeyi gerçekleştirebilecek, bu amaca hizmet edecek araçlardan bir tanesi de belgesel sinemadır. Adorno’nun ifade ettiği gibi kültür endüstrisinin en hızlı taşıyıcısı sinemadır. Bu bağlamda belgesel sinemadan mümkün olduğunca yoğun bir şekilde yararlanmak gereklidir. Propagandaya ve sömürüye kaçmadan sinemanın estetik değerleri göz önünde bulundurularak gerekli teknik ve içerik yatırımları yapıldıktan sonra nitelikli yapımlar pekâlâ hayata geçirilebilir. Çok sınırlı şartlarda da dahi bu amaçlara hizmet eden belgesel filmler üretilmiştir. TRT’nin, TRT Belgesel’in, İz TV’nin ve bağımsız sinemacıların çektiği pek çok belgesel filmi bu filmlere örnek gösterebiliriz.