“Hem finansal sektörde hem de sivil toplumda vazifemiz, insanların ekonomik sistem içerisinde anlamlı ve daha büyük bir sosyal amaç bulmalarına yardımcı olmaktır.”
Robert Shiller
Giriş: Kavramsal olarak Finansallaşma
Kureselleşme, neoliberalizm ve finansallaşma 1970’lerden itibaren dunya ekonomisini tanımlayan kavramlardır. 20. yuzyılın sonlarına doğru, kapitalizm dunya ekonomisi uzerinde daha egemen hale gelmiş ve bu durum sermaye birikiminin de eklenmesiyle finansal sistemlerin yapısını donuşturmuştur.1 Bu süreç, finansallaşmayı, neoliberal ekonominin ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Böylece, kapitalizmin bir bütün olarak finansa doğru gösterdiği eksen kayması, yaklaşık yarım asırdır meydana gelen ekonomik ve finansal sorunların merkezine oturmuştur.2
Epstein (2005: 3) tarafından yapılan genel kabul görmüş bir tanıma göre finansallaşma, “yerel ve uluslararası ekonomilerin işleyişinde finansal saiklerin, piyasaların, aktörlerin ve kurumların artan rolü” olarak ifade edilmektedir.3 Ancak Sawyer’e göre bu tanım, finansın toplum üzerindeki etkisini dikkate almamakla birlikte oldukça geniştir.4 Diğer bir bakış acısıyla Krippner (2005: 174) finansallaşmayı, “karların ticaret ve meta üretimi yerine esas olarak finansal kanallar yoluyla tahakkuk ettiği bir birikim modeli” olarak tanımlamaktadır.5 Sawyer’e göre ilk tanım, finansallaşmanın alanını belirlerken; ikinci tanım kapitalizm dönemine vurgu yapmaktadır.6 Her iki tanımdan yola çıkarak, finansallaşmayla birlikte finans sektörünün, sanayi sektörünün üzerinde egemenlik kurduğunu belirtmek yerinde olacaktır.7 Finansallaşma, ekonomik ilişkilerin bir bütünü olarak (artı) değerin üretimi, dolaşımı ve dağıtımı yoluyla sermaye birikimi etrafında örgütlenmiş kapitalist ekonomiye vurgu yapmaktadır.8 Böylece eleştirel yaklaşımla kapitalist ekonominin finansallaşmanın çevresinde nasıl geliştiği ve sermaye birikiminin diğer üretim faktörlerini nasıl domine ettiği izah edilmektedir.
Kapitalist sistemde tekelci sermayeler, finansallaşarak bankalardan bağımsız hâle geldiler ve finansal faaliyetlere daha fazla dâhil oldular. Bu da bankaların 1970’lerden bu yana yeniden yapılanmalarına neden oldu. Böylece bankalar, kâr kaynağı olarak, geçtiğimiz finansal krizin gerçekleriyle örtüşecek yapıyı şekillendirerek hanehalklarına ve bireylere yönelmiştir. Bunun akabinde 2000’lerde banka varlıklarının muazzam genişlemesi neticesinde bireylere ve diğer bankalara verilen yüksek borçlar ve kriz kaçınılmaz olmuştur. Bankaların hanehalkarına dönüşü, bireylerin gelirlerinin finansallaşmasıyla ilgilidir; yani mortgage, genel tüketim, eğitim ve sağlık gibi nedenlerle yüksek borçlanmayı içermektedir. Böylece bireylerin gelirleri doğrudan borç yoluyla finansal sisteme dâhil edilmiş ve finans kurumları artı değerden ziyade bireylerin gelirlerinden, diğer bir ifadeyle para satarak, kâr elde etmeyi hedeflemiştir.9
1 Harvey, D. (2007) A Brief History of Neoliberalism. New York: Oxford University Press.
2 Sawyer, M. (2013) What is Financialization?, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 5-18.
3 Epstein, G. (2005). Introduction: Financialization and the World Economy.” Financialization and the World Economy, ed. G. Epstein, içinde 3–16. Cheltenham and Northampton: Edward Elgar.
4 Sawyer, M. (2013) What is Financialization?, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 5-18.
5 Krippner, G. 2005. “The Financialization of the American Economy.” Socio-Economic Review 3, no. 2., s. 173–208.
6 Sawyer, M. (2013) What is Financialization?, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 5-18.
7 A.g.e., s. 8.
8 Fine, B. (2013) Financialization from a Marxist Perspective, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 47-66.
9 Lapavitsas, C. (2011). Theorizing financialization. Work, employment and society, 25(4), s. 611-626.