Erhan Aslanoğlu, hem akademinin hem piyasanın içinden bir ekonomist. Bu anlamda ekonomi ve piyasalara dair akademik seviyede dersler ve tartışmalara katılması nedeniyle meseleye derinliğine nüfuz ederken; gazete yazıları ve ekonomi programlarında yaptığı konuşmalarla bu meseleleri herkesin anlayabileceği sadelikte ifade edebiliyor. Erhan Aslanoğlu CNBC-e Tüketici Güven Endeksi (şimdi Bloomberg-HT Tüketici Güven Endeksi) projesinin de mimarlarından olduğu için kendisiyle tüketici piyasaları ve tüketici güvenine dair sohbet etmek istedik.
Biz hem genel olarak tüketici güveni ve tüketici güven endeksi nedir, nasıl hesaplanır, hangi tarihsel şartlar altında ortaya çıkmıştır sorularını hem de özel olarak sizin hazırladığınız CNBC-e veya bugünkü ismiyle Bloomberg-HT Tüketici Güven Endeksi’ni size sormak isteriz.
Önce teorik çerçeveden bir başlayayım isterseniz. İktisatta biliyorsunuz, böyle bir döngü düşünürsek önce bir taleple başlamak belki uygun olur. Eğer bir talep varsa ekonomide üretim de olur. Çünkü üretici böyle bir talebi gördüğü anda tabiri caizse gece gündüz o talebi karşılamak için çalışır. Üretim olunca da gelir olur. Yani üretim faktörleri gelirlerini elde etmiş olur. Bunu bir üçgen gibi düşünürsek ki zaten temel iktisat derslerinde de kullanıyoruz bu benzetmeyi. Aşağıda talep, sol üst köşede üretim ve sağ üst köşede gelir olsun. Böyle bir üçgen hayal edin. Talep olursa üretim olacak. Üretim olursa da gelir yaratılacak. O gelir de sonra tekrar talebe dönüşecek. Dolayısıyla böyle bir döngüden bahsedebiliriz. Kısa vadede ekonominin böyle bir döngüsü var. Bu döngünün bir de dönüş hızı var. Yavaşladığı zaman mesela, onu nereden itmek gerekiyor? Eğer bir canlanma, büyüme istiyorsak üretimden itmeye kalksanız bir yere kadar faydalı olur. Yani üreticiye “Bak, kesin talep gelecek. Sen üret, devam et, mutlaka satarsın. Her arz talebini yaratır.” söyleminin pek işlemediğini gördük. Çünkü üretici bir yere kadar stokla çalışır. Bir noktadan sonra bunu yapmaz. Dolayısıyla oradan hareket ettirmek çok kolay değil. Talebi görmesi lazım. Herkesin hesabına para koysak ve geliri artırsak yani ilave gelir imkanları yaratsak diyelim. Evet, talebi bir miktar hareketlendirebiliriz. Ama burada Japonya örneği de var. Yani bu noktada insanları çok fazla tüketime teşvik ederseniz o bir anlamda yine soru işareti oluşturabilir. “Beni tüketmeye zorluyorlar ama ben, bana verilen ilave geliri biraz da tasarruf edeyim.” şeklinde bir eğilim de olabilir. Dolayısıyla buralardan kalıcı bir sonuç beklemek çok mümkün değil gibi gözüküyor. O açıdan ekonomide biraz Keynesyen bir yaklaşımla da olaya bakarsak “Kısa vadede ekonomide büyüme nereden gelir?” sorusunun cevabı, talebi hareket ettirmekten geçmektedir. “Peki bu talep dediğimiz unsur neye göre hareket eder?” dediğimizde ise birincisi kamunun talebi vardır ve bir de özel sektör talebi vardır. İşte orada özel sektör talebini ayrıştırdığımızda ve firmaların talebini ayırdığımızda hane halkı talebini görürüz. Hanelerin talebi nasıl artar? Mesela geliri artarsa artar. Beğenilere de mikro bazlı bakabiliriz. Ancak makro seviyede baktığımızda beklentiler karşımıza çıkar. İyimserlik-kötümserlik önemli oranda talep yaratıp yaratılmamasını da belirleyen faktörlerdir. O açıdan ekonomilerin kısa vadedeki yönünü belirlemede talebi ve talebin hareketini izlemek, taleple ilgili göstergelere bakmak önemli olabilir. Bu noktadan hareketle aslında talep, üretim, gelir, talep, üretim, gelir vb. Bu döngüyü en iyi itebileceğimiz ya da bir hareket oluyorsa veya kısa vadede bir hareketlenme olacaksa ilk bakmamız gereken yer taleptir, tüketimdir. Tüketici güven endeksini de bunu ölçmeye yönelik bir çaba gibi düşünebiliriz aslında. Buradan hareketle dünyada bunu ölçme çabası ilk; konut satışları, otomobil satışları gibi verilere bakarak yapılmaktaydı. Bunlar da aslında 1940’lardan hatta 1950’lerden sonra yavaş yavaş bakılacak göstergeler haline geldiler. Bir konut alma, araba alma, büyük hacimli harcama yapma varsa ya da eğilim artıyorsa o zaman tüketicinin güveni biraz artıyor, diyebiliriz. Harcama konusunda eğilimi artıyor, deriz. Tüketici güven endeksi ise doğrudan bu güveni ve iyimserliği sorarak bu eğilimi ölçmeye yönelik bir çabadır. 1950’lerde ABD’de ilk olarak Michigan Üniversitesi’nde bir tüketici güven endeksi başlatılıyor. Daha sonra Reuters’la beraber de devam ediyor ancak Michigan Üniversitesi’nin tüketici güven endeksi ilk örnektir. Conference Board adlı bir kurumun yine ABD’de 1970’lerde ortaya çıkan bir başka endeksi var. Aslında Michigan Üniversitesi de Conference Board da aynı şeyi ölçmeye çalışıyor. Biraz metodoloji farkı var. Michigan Üniversitesi’ninki daha çok telefonla mülakatadayanır. Conference Board’ın endeksi ise yüz yüze mülakatlarla ilerler ve daha büyük bir kapsamda hazırlanır. Dünyada da temelde bu iki yöntemle çok sayıda ülkenin, çok sayıda bu tür endeksleri vardır. Biz, Marmara Üniversitesi’ndeki bazı meslektaşlarımla “Tüketim artar mı, talep ne olur?” gibi konuları konuşurken Türkiye’de de 2001 krizi yaşanmıştı. Yeni bir program açıklanıyordu, siyaseten bir değişim vardı. Şunu bir ölçebilsek diye düşünüyorduk. Sonra CNBC-e televizyon kanalı yeni açılmıştı. Onun da sahibi Doğuş Grubu’ydu, biliyorsunuz. Onlarla bir şekilde irtibatımız oldu. Ben de o zamanlar yayınlara çıkıyordum, yani bir şekilde kanalla da bir bağlantımız vardı. Bir şekilde yöneticileriyle debir araya gelme şansımız oldu. Fikrimizi açınca çok pozitif karşıladılar. Böyle bir şeyin sponsoru oluruz ve yayınlarız dediler. Biz de bir hazırlık yaptık. Bu Michigan Üniversitesi tüketici güven endeksine benzer bir endeksi Türkiye’ye uyarladık. Yani soruları bayağı bir rafine ettik. Mesela orada gelecek üç yıla ilişkin beklentiler sorulurken biz onu bir yıla indirdik. Aslında bir yıl bile uzun bir süre Türkiye için. Hikayesi böyle başladı. Önce bir deneme yaptık. İzledik. Temel makro verilerle korelasyonlarına bakmaya çalıştık. Yeterince güven duyduğumuz anda da 2002 yılından itibaren yayımlamaya başladık. 2002’den bu yana yayımlanıyor bu endeks. Tabii CNBC-e kapanınca 2014-2015’ten itibaren Bloomberg-HT’ye transfer oldu. Onlar da sağ olsunlar kabul ettiler, ilgilendiler. Orada yayımlanan bir endeks. Ayda iki kere, bir ön endeks “preliminary” bir de “final endeks” adı verilen ve her ayın 16’sı ile 1’inde yayımlanan bir endeks. Ama özünde Michigan Üniversitesi güven endeksine benzer bir ankettir. İçeriği falan konuşuruz gerekirse ama özetle hikaye bu. Amaç, bizde de kısa vadede talepteki gidişatı ölçmeye yönelik bir çabaydı. Bu anlamda talebin gidişatını ön görme noktasında bir veri daha olsun, bir katkımız olsun, dedik. Tabii literatürde de tartışmalı bir konudur bu. Bir katkı oluyor mu, olmuyor mu? Bir şeyleri ölçüyor mu ölçmüyor mu, diye. Biz de bunların cevabını çok aradık. Akademik çok çalışma yaptık. Çok sayıda konferansa katıldık. Oradan geri dönüşler aldık. Böylece kafamızda daha da fazla şekillendi. Bir de şunu söyleyeyim. Biz orada uzun süre yayımlanmayan sorular da sorduk. Yani tüketicinin enflasyon beklentileri, işsizlik beklentisi vb. konularda. Hala da devam ediyoruz bu soruların cevabını almaya. Bir ara yayımladık. Tekrar yayımlamayı düşünüyoruz burada da. Çünkü bir değişiklik oldu. İşte kurum değişti, çalışmayı yaptığımız çağrı merkezi değişti. Biraz da örneklemlerde farklılıklar oldu mu olmadı mı diye test etmeye çalıştık. Çünkü enflasyon ve işsizliğin, tüketici güvenini çok ciddi etkilediğini biliyoruz. O sorulara verilen yanıtlarla bizim hesapladığımız endeks arasındaki korelasyonları da izlemeye çalışarak bir anlamda yine endeksi teyit etmeye de çalışıyoruz. Bir sıkıntı görünmüyor. Yani beklentilerimize paralel gidiyoruz.
Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Piyasa" sayısında...