İnsanoğlunun tarih boyunca tanımlamaya ve anlamaya çalıştığı kavramların başında şüphesiz ‹dil› gelmektedir. İnsan, çevresindeki varlıklardan farklı olduğunu anlamaya başladığında bu farklılığını ilk olarak ‘dil’ ile keşfetmiş olmalıdır. Zira modern insanların en ilkel ataları duygu ve düşüncelerini, ihtiyaçlarını bugünkü kullandığımız sistemden daha basit de olsa bir iletişim sistemi ile gerçekleştirmeye başlamışlardır. En ilkel atalarımızın dilinin daha basit bir sistemden oluşması gayet doğal idi. Zira bugüne göre daha basit düşünceleri, daha az ihtiyaçları vardı. Daha basit düşüncelerin, daha az ihtiyaçların olduğu o dönemlerde de insanoğlu kendine özgü olan özelliklerin farkına varıyor ve bunlar üzerine düşünüyordu. Bunun böyle olduğunu, yazılı metinlerin ortaya çıkmasından hemen sonra anlıyoruz. Yazılı metinlerde ele alınan her konu şüphesiz yazı icat edilmeden de tartışılıyordu. Yazılı metinlerde tartışılan her kavram yazı icat edilemeden de insanların üzerine düşündükleri kavramlardı. Bu iddiayı ispat etmek elimizdeki verilerle elbette imkân dahilinde değil. Bununla birlikte yazı ile ifade edilen beş bin yıllık insanlık tarihini ve burada ele alınan konuların her yüzyılda tekrar ve tekrar tartışıldığını dikkate aldığımızda daha öncesinde de benzer bir durumun olduğunu söylemek mümkündür.
Dil üzerine düşünmeye başladığımızda düşüncelerimize müdahale eden tek şey yine dilin kendisi olmaktadır. Bunu ilk olarak düşüncelerimizi yazıdan önce ve yazıdan sonra şeklinde sınıflandırmamız gerektiğini söyleyerek yani yine kendisine has bir özellikle müdahale ederek söyler. Dil ile ilgili yazılı metinlerde gördüğümüz her düşünce bize yazıdan önce de aynı düşüncelerin ortaya konulabileceği fikrini vermektedir.
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Türkçe" sayısında...