Teknolojiye karşı insanlığın durumunun ne olacağı sorusu, tarihin her döneminde zihinleri meşgul etmiştir. Geleceğe dair bu kaygının odağında yaşam biçimindeki değişimin toplumsal yapıda ve değerler alanında meydana getirdiği dönüşümler yer almaktadır. Bugün de dijitalleşme, gündelik yaşantımızdaki tüm eylemlerimizin ağa aktarıldığı, yeni bir yaşam biçimine yol açmıştır. Toplumsal ve kültürel hiçbir olgu artık eski niteliğini koruyamamakta ve bu dönüşümden en çok da aile etkilenmektedir. Dijital çağın en önemli sorularından biri, hiç kuşkusuz dijitalleşme karşında ailenin geleceğinin ne olacağıdır.
Akıllı cihazların, yapay zekânın, algoritmaların egemenliğini ilan ettiği dijital çağda aile varlığını koruyabilecek mi? Bu konuda iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Tekno-iyimser bakış açısına sahip olanlar daha konforlu, kaliteli ve sağlıklı yaşam olanakları nedeniyle dijitalleşmenin faydalarına odaklanırken tekno-kötümserler geleneksel ve ahlaki değerlere meydan okuyan dijitalleşmenin başta aile olmak üzere toplumsal kurumları yozlaştırıp en sonunda yok edeceği yaklaşımını savunmaktadır. Aslında birbirine taban tabana zıt bu iki yaklaşımın ortak bir noktası vardır: Teknoloji perspektifinden insanları nesneleştirmek. Biri olumlu, diğeri olumsuz olmak üzere her ikisi de teknolojiye sınırsız güç atfetmektedir. Dijitalleşmenin etkisi kaçınılmazdır ancak bu etkinin ileride ailenin varlığına yönelik bir tehdit oluşturup oluşturmadığı sorusunun cevabı, ailenin işlevlerini merkeze alarak verilebilir.
İnsanlar biyolojik, duygusal, kültürel, ekonomik ve güvenlik gibi ihtiyaçlarını en temel düzeyde aile içinde karşılar. Bu ihtiyaçların giderilmesine karşılık gelen fonksiyonlar da ailenin işlevlerini oluşturmaktadır. Hilmi Ziya Ülken’e göre ailenin; zümrenin yeni kuşaklarda sürmesini sağlayan biyolojik fonksiyondan başka kültür aktarımını sağlayan eğitim fonksiyonu, iktisadi ve dini fonksiyonları bulunur (Ülken, 1969: 6). William Ogburn ise bu işlevlere koruyuculuk (güvenlik), boş zamanların değerlendirilmesi, prestij sağlama gibi işlevleri ekler (Özkalp, 1993: 101). Ailenin işlevlerini psikolojik ve toplumsal olmak üzere ikiye ayıran Tom Bottomore ise özellikle çocuklar ve ebeveynler için duygusal yakınlık oluşturan psikolojik işleve dikkat çekmektedir (Bottomore, 1984: 176). Bunları bir araya getirdiğimizde ailenin temel işlevlerini “biyolojik”, “kültür aktarımı”, “eğitim”, “ekonomik”, “dini”, “güvenlik” ve “statü” olarak sınıflandırmak mümkündür. Ailenin geleceğine yönelik bir öngörü oluşturabilmek için bu işlevlerin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Bu çalışmada ailenin bazı işlevlerinin dijitalleşme nedeniyle zayıflarken bazılarının da güçlendiğine dair bir varsayımdan yola çıkılarak dijitalleşmenin bu işlevler üzerindeki etkileri incelenecektir. Yaşanan dönüşüm nedeniyle işlevlerin önem sırasında yaşanan değişimin ailenin geleceğine olası etkileri tartışılacaktır.
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...