Son zamanlarda modern devlet etrafında yapılan tartışmalar, kısmen devleti aşırı yüceltirken, kısmen de onu tamamen menfi bir konumda görmeye meyletmiştir. Gerçek, tarihi bir perspektiften bakıldığında, biraz daha farklı bir şekilde gözükmektedir: dünyanın dört bir tarafında, özellikle Müslümanların siyasi hakimiyeti gayrimüslimlere yitirmesinin bedelinin neredeyse istisnasız bir şekilde bir tasfiye olduğu görülmektedir. Bütün bir Balkan coğrafyası bunun bir örneği olduğu gibi, Kırım, canlı bir numûne olarak hemen yanı başımızda durmaktadır. Suriye’de yaşanan tasfiye sürecinin nereye varacağı henüz belli değildir. Bu yönden “başarılı olmuş” bir tasfiye süreci olarak Endülüs, hatırlanması gereken ibretlik bir olgudur.
Müslümanların 711 yılında Tarık b. Ziyad komutasında İspanya’ya ayak basıp kısa sürede yarımadayı fethetmeleri ile son Müslüman topluluğunun 1614’te İspanya’dan sürülüşü arasında tam 903 yıl geçmiştir. Bu neredeyse bir milenyum demektir. Bütün bu süre içerisinde Müslümanlar Endülüs olarak bildiğimiz coğrafyada çok güçlü bir devlet ve medeniyet kurmuşlar, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı bir huzur ortamı sağlamışlardır. Ancak yüzyıllar içerisinde kendi aralarındaki birliği kaybetmeleriyle birlikte parçalanmışlar ve birbiriyle iktidar mücadelesine girişen küçük devletler haline gelmişlerdir. Aynı dönemde tekrar canlanan Haçlı ruhu ile Hristiyan birliğinin sağlanmasıyla da 1492 yılının ilk gününde Endülüs’teki son kale olan Gırnata’nın anahtarları Müslümanların can güvenliği için garanti veren Hristiyan krallara teslim edilmiştir. Böylece Hrisyitanların Reconquista (yeniden fetih) adını verdiği hareket Avrupa’nın batısında başarıya ulaşmış oldu. Müslümanların bu yenilgisi o sıralarda “Türk korkusuyla” yaşayan bütün Avrupa’da büyük bir coşkuyla kutlanırken, Gırnata “fatihleri” kral Ferdinand ve kraliçe İzabel Papa tarafından “Katolik Hükümdarlar” olarak kutsandılar ve Haçlıların Kudüs’ü Müslümanların elinden alma emelleri tekrar gündeme gelmeye başladı. Öyle ki Ferdinand ve İzabel’in desteğiyle 1492’de yola çıkan Kristof Kolomb uğradığı adalardan birinden “Hrisyitan monarklara” hitaben yazdığı mektupta Kudüs’ün fethi için yıllar içinde toplam 10 bin süvari ve 100 bin piyade asker sağlayabileceğine dair vaatte bulunur. (Mektup için bkz. Margarita Zamora, Reading Columbus. Berkeley: University of California Press, 1993, s. 190-198.)
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Devlet sayısında...