1. Genel Bakış: Çeviri Dili ve Çeviri Dili Türkçe
Çeviri dili, A dilinden B diline aktarım yapıldığında kullanılan B dilini ifade eder. Peki neden B dilinden değil de çeviri dilinden bahsedilir? Nedeni B dili çeviri dili olduğunda uğradığı değişim midir? Tahribat mıdır? Yoksa kullanılan farklı bir yapı mıdır? Bu sorunun cevabı şüphesiz kullanılan çeviri yöntemlerinde saklıdır. Çevirmen kararları, hedef kitle ve çevirinin amacı, çeviri yöntemlerini belirleyen unsurlardır. Çeviri dili bu unsurlara göre de şekillenmektedir.
Çeviri dili olarak Türkçe denildiğinde ilk akla gelen 1940larda kurulan Tercüme Bürosu’nda Tercümeye Dair yazılan yazılardır. Bu yazıları kaleme alan isimlerden biri ise Nurullah Ataç’tır. Ataç, 19 Mart 1941 tarihinde yayımlanan Tercüme Dergisi’nde çeviri ile ilgili şu ifadelerde bulunur:
"Tercümeden beklediğimiz sadece birtakım yeni bilgiler edinmek, başka memleketler, insanların düşüncelerinden, duygularından haber almak mıdır? Unutmamalı ki yazmak, her şeyden önce, dile hizmet etmek, bir dil eseri vücude getirmek demektir; dilinin kaidelerine, selikasına uymak istemiyen, o dille fikirlerini söyliyebileceğine inanmıyan bir kimsenin yazmağa hakkı yoktur. Tercüme için de böyledir: herhangi bir dilden türkçeye kitap tercüme eden bir insanın, her şeyden önce, üzerinde çalıştığı metindeki fikirlerden de önce, türkçenin icaplarını düşünmesi, onlara uyması lâzımdır. Dili zorladığı takdirde söylediği anlaşılmaz; bu suretle metne sadakatsizlik etmiş olur. Bunun için: “Ne yapalım? Biz metinden ayrılamayız” diye türkçeye benzemez veya tatsız cümleler yazmağa kalkışanlara gülüyorum; o kadar sadakatin bir sadakatsizlik olduğunu, metne böyle körükörüne bağlanmakla ona ihanet ettiklerini anlamıyorlar. Tercüme etmek, bir dilde düşünülmüş bir şeyi bir dilde tekrar düşünmek demektir. Fransızca bir kitap, fransızca düşünülmüştür; onu yeniden düşünmek lâzımdır; türkçesini yazarken gene fransızca düşünmekte devam ederseniz ancak kelimeleri türkçeye çevirmiş olursunuz, tercüme etmiş olmazsınız (Ataç 1941: 505)."
Ataç her dilin kendine ait bir ruhu olduğunu ifade eder. Dilin tini aktarılmadığı takdirde yalnızca yapısı aktarılmış olur ki dil yapılarının bir diğer dilde karşılığı yoktur. Karşılığın olmaması nedeniyle de Ataç’ın ifade ettiği gibi Türkçeye benzemez ve tatsız tuzsuz ifadeler ortaya çıkar. Çeviri yalnızca A dilindeki sözcüklerin B dilinde karşılığının verilmesi değil, A dilindeki cümle yapılarının ve sözcüklerin B dilinde ve kültüründe aynı anlam, duygu ve etkiyle vücut bulmasıdır. Bu bağlamda ünlü Alman yorumbilimci Hans-Georg Gadamer, çeviri ile ilgili şu ifadelerde bulunur: “Çevirmen, anlaşılması gereken anlamı bağlam içerisinde aktarmalıdır [...]. Anlam daha ziyade korunmalıdır, ancak yeni bir dilsel dünyada anlaşılacağı için yeni bir şekilde ifade edilmelidir. Dolayısıyla her çeviri zaten bir yorumdur” (Gadamer 2010: 387-388). Çevirmen, metinde anlaşılması gereken anlamları farkı bir gerçeklik düzenine aktarırken o düzenin, yani erek dilin dilsel imkanlarından yararlanır ve erek kitle için anlaşılır ve anlamlandırılabilir bir çeviri gerçekleştirir. Erek dilin imkanlarından yararlanmak ise sadece yabancı dilin değil aynı zamanda -Ataç’ın da vurguladığı gibi- erek dilin (ana dilin) dil yapısı ve dil kurallarının çok iyi bilinmesinin gerekliliğini ortaya koyar. Bu durum özellikle edebiyat çevirilerinde ayrı bir önem kazanmaktadır. Edebî çeviri her zaman çeşitli edebiyatların özünün bir ifadesi ve aktarımıdır; toplumsal düşünce, duygu ve davranışları aktarır ve kültürel ötekiliğin bir yansıması olarak tanımlanabilir. Edebî çeviri, erek kültürde yeni düşünceler oluşturabilir, yeni bir bilinç yaratabilir ve toplumsal beraberlik için yeni bir temel sağlayabilir. Bu anlamda, edebî metin çevirmeni dili aktarmaktan çok, diğer ulusların fikirlerini, ideolojilerini, değerlerini, düşüncelerini, duygularını vb. aktarır. Böylece edebî çeviri, çeviri amaçlarını belirleyici bir şekilde şekillendiren bir patos hâline gelir. Bu durumun ön koşulu ise Ataç’ın da belirttiği gibi yabancı bir eseri Türkçe düşünüp aktarmaktır. Aksi takdirde eser anlaşılmaz olmakla beraber edebî özelliklerini yitirecektir. Ancak bir eseri Türkçe düşünüp Türk dil kaidelerine uygun bir biçimde aktarmak ve bunu yaparken aynı zamanda esere sadık kalmak her zaman çok kolay değildir.
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Türkçe" sayısında...