"İnsan”a ilişkin tanımların çoğunluğunda “sosyal bir varlık” olması şeklinde bir vurgu mevcuttur. Bu durum, insan kelimesi ile nitelendirilen bu canlının özsel niteliklerinden birinin toplumsalın bir parçası olarak dünyaya gelmesi ve varlığını sürdürmesi düşüncesini zihinlerde oluşturmaktadır. Dolayısıyla insanın mevzubahis edildiği tüm düzlemlerde, toplum ile ilişkisi bağlamında dile dökülenler öne çıkmaktadır. Yaşamının bu denli önemli bir yüzü olan “sosyal” olma adımının ilk nüveleri ise aile kurumunda tanışılan olgulardır. Sosyalleşme ajanlarının başında gelen aile kurumu, en genel tanımıyla toplumun temel yapı taşı olup bireyin kendi harici dünyayla ilk tanıştığı mecradır. Gündelik dilde pek çok amaç ile kullanılarak pelesenk haline gelmiş bir ifade olan “ilklerin önemi” nitelendirmesini aile ve insan ortaklığında kullanmak uygun bir teşbih olacaktır. Bireyin ilk tanıştığı kurumun aile olması ileri yaşamında bu kurumun etkisinin yadsınamayacak kadar yoğun ve güçlü olacağına bir işaret olarak kabul edilebilir. Gerek ilahi metinlerde gerekse edebi ya da sanatsal pek çok üründe insanın tek başına bir yaşam sürdüremeyeceği, aile başta olmak üzere öteki ile kuracağı bağların hayatının temel dinamiklerinden olduğu vurgulanmaktadır. İnsanın iletişimden uzak bir yaşam tasavvur edemeyeceğine dair bir tablo olması açısından Robert Zemeckis imzalı film “Yeni Hayat”ın başrol oyuncusu Tom Hanks’in ıssız bir adada bir meşin top ile kurduğu ilişki bu noktada dikkat çekici bir örnektir. Filmin ana teması bir uçak kazasında üzerinde yaşam izi olmayan bir adaya düşen uçağın enkazından sağ kurtulan tek kişinin hayatta kalma mücadelesidir. Adada yeme-içme gibi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamanın yolunu bulan Tom Hanks, derin bir yalnızlık hissi içine girer ve bunun çözümü olarak enkazda bulduğu bir topun üzerine insan yüzü çizip onunla tek taraflı iletişime geçme yolunu bulur. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere iletişim kurmak ve öteki ile irtibatta olmak bireyin hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu ana unsurlardan biridir ve bunu bir nesne ile de olsa karşılamaya gayret etmektedir.
Bilinmektedir ki Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan bugüne insanoğlu aile kurmakta ve tarihte bu kurumun olmadığı herhangi bir zaman ve mekâna rastlanmamaktadır. Ne var ki insanın dünya üzerindeki macerası ile aynı yaşta olan bu kadim kurum dahi değişim ve dönüşümün kaçınılmazlığının muhatabı olmaktadır. Etkisi toplumsal yaşamın her bir kılcalına sirayet eden modernleşme serüveni, aile kurumunda pek çok köklü farklılaşmaya sebep olmaktadır. Geleneksel kır yaşamından modern kent yaşamına geçişle birlikte hem boyut hem işlev manasında küçülen aileler zaman içerisinde “tek kişilik hane”ye varan bir değişimle karşı karşıya kalmışlardır. Dünyanın pek çok coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de bu tablonun farklı renkleri görülmekte ve aile kurumunun bu manada dönüşümü bu metin gibi pek çok çalışmada araştırma konusu olmaktadır. Tek kişilik haneleri sebep ve sonuçlarıyla ele alma amacı taşıyan bu metinde ilk olarak aile kurumu genel hatlarıyla analiz edilmektedir. Sonrasında kökeni aydınlanmaya kadar götürülebilecek olan ve ailenin değişiminin temelinde yatan sebepler irdelenmektedir. Bireyselleşme ve yalnızlaşmanın başı çektiği bu yolculuk, literatürdeki çeşitli düşünürlerin öne çıkan görüşleri ışığında ele alınmaktadır. Bu tartışmaları takiben tek kişilik hanelere ilişkin Türkiye’den çeşitli rakamlar sunularak konunun istatistiklere yansıyan boyutlarına değinilmektedir. Bu doğrultuda, tek kişilik hanelerin giderek artan bir sıklıkla tercih edilen bir yaşam formu olduğu konusu mercek altına alınmıştır.
Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...