Düşünce Dergisi > Arşiv > Sayı 4 / Ahlâk |

takdim yerine - kaybolan ahl kın peşinde
The Scream

takdim yerine - kaybolan ahlâkın peşinde

Kendisini unutmuş, dedesine nefret duyan ve bu nefreti bazen daha uzak cetlerine abartılı güzellemelerle açığa vuran, olmadık yerlerde kendine köken arayan, kâh Batılı olmaktan oldukça sevinçli ve mutlu, kâh eskinin hasreti ile hüzünlü ve öfkeli, adeta bipolar bir toplumuz.

Dönüşüm

Nietzsche’nin Dansı isimli eserinde Alman filozofun toplumsal bilimler üzerindeki etkisini soruşturan Bryan S. Turner, sosyal bilimlerin bugün en önemli eğretilemelerinden birisinin nostalji duygusu olduğuna dikkat çekip bu duygunun merkezinde ise bütünlüğün ve ahlâkî kesinliğin yitirilmesinin bulunduğunu aktarır. Tanrı’nın ölümünü ilan eden Nietzsche’ye göre aslında olan, mutlak hakikatin yitirilmesi ve kesif bir görecelilik zindanına atılmamızdı. Yine Nietzsche’den birkaç asır evvelinde, bizzat bir ahlâk felsefecisi olan Adam Smith’in iktisadî soruşturmalarında açığa çıkan ahlâkî yönlendirmelerden âzâde ekonomi/piyasa olgusu; daha sonra Bernard Mandeville’in manidar anlatısı, Arılar Masalı’nda, ahlâkı tamamen devre dışı bırakmış bir iktisat anlayışı toplumsal hayatta yaşanan önemli bir dönüşüme işaret etmekteydi. Kimi sosyologların toplumsal alt sistemlerde yaşanan bu işlevsel farklılaşma süreci elbette ki sadece iktisadî alan ile sınırlı değildi. Hatta birkaç asır daha geriye gidersek, İtalya’da hayli zeki bir politika adamı olan Niccolo Macchiavelli’nin muktedir bir Hükümdar için nasihatlerinin, nasıl da ahlâk ve erdemi siyaset sahasının dışarısında tuttuğunu hayretler içinde okuyabiliriz. Beriye geldiğimizde ise Sigmund Freud’un gündelik hayatın, kişiliğin vs. gerisinde gördüğü (bastırılmış) cinsellik ve dürtüler ile ahlâkı olumsuz bir konuma öteleyen psikanalitik yaklaşımıyla karşılaşırız. Bugün istisnaları olmakla birlikte Batı muhayyilesine hâkim olan, siyaseti, ekonomiyi ve hatta cinsellik gibi mahrem alanları ahlâkın erişemeyeceği noktaya kaldıran zihniyet, sirayet edilmedik başkaca alan bırakmamış ve hatta din-ahlâk bağlantısını bile tepetaklak kılıp bu bağlantıyı sorgulayan bir hâle bürünmüştür.

De Te Fabula Narratur

Keşke Batıda olup biten bu süreç ve dönüşümlere bakışımız, sadece entelektüel bir ilgi olarak kalabilseydi. Fakat, heyhat, biz bu hikâyenin ortasına beklenmedik bir şekilde ve üstelik bir figüran olarak girmiş bulunmaktayız. Batının tekniğini mi alalım kültürünü mü gibi bugün konuya aşina kişileri acı acı gülümseten tartışmalardan bugüne kalan buruk bir nostalji duygusundan fazlası değildir. Zira metodolojik hassasiyeti tartışılır tarih kitaplarının, hamasetle altını çizdiği ahlâken mükemmel bir geçmişe duyulan hasret, dedelerine kindar bir toplumun ortaya çıkmasına yol vermektedir. Oysa, belki mükemmel olmasa da ahlâken ellerinde bir miyar bulunan cetlerimiz, “güzel ahlâkı tamamlamak” üzere gönderilmiş bir Peygamberin ümmetiydiler. Kendilerine bahşedilmiş bu ilâhî normatif çerçeveye olabildiğince uyacak bir gündelik hayat pratikleri kılavuzu ve bu çerçeveyi ve dahi o kılavuzun yeniden üretimini mümkün kılacak (fıkıh, devlet, müessese, kanun, nizam gibi) mekanizmaları geliştirmekteydiler. Ve işin daha da garibi, bunu yaparken bizim burdan spekülatif bir şekilde yorumladığımız gibi, bunu doğrudan amaçlamamakta; fakat işlerinin erbabı fertler olarak aynı zamanda iyi birer eş, ebeveyn, evlat ve illa ki iyi bir kul olmak gayesi gütmekteydiler. Zira, dinin ismi ile müsemma vaadi olan dünyada ve ukbâda selamete ermek, ancak böyle mümkün olmaktaydı. Yani ahlâken mükemmel bir toplum, faziletli devlet, bilge sultan gibi şeyler, hani Batılı tabiriyle birer by-product’tan fazlası değildi.

Kaybolan Ahlâkın Peşinde

Ama şimdi, işler o kadar da kolay değil. Kendisini unutmuş, dedesine nefret duyan ve bu nefreti bazen daha uzak cetlerine abartılı güzellemelerle açığa vuran, olmadık yerlerde kendine köken arayan, kâh Batılı olmaktan oldukça sevinçli ve mutlu, kâh eskinin hasreti ile hüzünlü ve öfkeli, adeta bipolar bir toplumuz. Kendini tanımak ve geçmişini keşfetmek vazifelerimizden bir tanesi. Üstelik bu eski yazı bilmekle yahut arşiv fetişizmi ile çözülecek de bir iş değil. Belge ve eserlerin toplumsal ve entelektüel bağlamına aşina bir zihniyet geliştirebilmek, belki de nesiller alacak bir çaba gerektirmekte. Şimdi figüranı olduğumuz hikâyenin küçük-büyük tüm dönemeçlerini de bellemek gerek. Üstelik bu da, yabancı dil öğrenip, Batıyı dilinden okumak ve tercüme etmekle de çözülecek bir iş değil. Hem o zihniyet dünyasını içeriden okumak gerek hem de onu daima eldeki miyara vurup değerlendirmek. Şimdilerin başka bir şeyi kastederek “çifte hermenötik” dedikleri şeyi yapmak yani. Ve asıl iş, o miyarı bir kez daha ruhumuza, zihnimize, aklımıza, dilimize, gözlerimize, kulaklarımıza, ellerimize nakşedip gündelik hayat ile söyleşmekte. İmtihan bu denli çetin ancak hamdolsun ki İlâhî vaat bizlerle birlikte, yeter ki lâyık olmasını bilelim:

“Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâhi, e lâ inne nasrallâhi karîb.” (Bakara Sûresi, 214. Âyet)

İlgili Yazılar
Sayı 1 / Entelektüel
İçindekiler

Haziran 2015

nfk nın para sı üzerine
Sayı 2 / Para
nfk’nın para’sı üzerine

Mayıs 2015

Sayı 2 / Para
krema ve ahlâk

Mayıs 2015